Saturday, February 18, 2017

İnsanın

Bir kere yeşerdi mi, huy kurumuyor; insan düşünmeden edemiyor.

Tarif edilmeye yanaşmayan duygular var, ne zaman doğduğu belirsiz, sanki hep orada. Belki de bazen insan o duygunun içine doğuyor. Hangi suya girse, hangi tepeyi aşsa, o duyguyu aşamıyor, o hissiyatı yıkayamıyor. Ama alışıyor da; inanmazsın insan her ağrıya, her kaşıntıya, nereden geldiği belli olmayan her sızıya alışıyor. Ama insan bazen de işte, tahammül edemiyor. Batamıyor da, çıkamıyor da; debelendikçe sadece su yutuyor. O tuzlu su burnundan genzine kaçıyor, günlerini, gecelerini yakıyor cayır cayır. Insan bazen işte, hep girdiği denize bile yabancılaşıyor.
Sonra bir bakıyor, kalbi dalından aylar önce kopan bir yaprak gibi kurumuş; içi çekilmiş, kabuğu yamulmuş. Kimbilir ne kadar zamandır içinde yüzdüğü su genzinden kulaklarına kadar gitmiş de, boynundan aşağısını unutmuş. Damarları, saatlerdir suda olan ellerinden daha çok buruşmuş.
İnsan işte, ne kadar savaşmak istemese en az o kadar savaşıyor. Yeşeren huyları kurumuyor insanın, düşünmeden edemiyor. Ve tabi kalbi yoruluyor, elinden, ayağından, gözünden, yüzünden daha çok; inanmazsın, insanın kalbini en çok o tarif edilmeye yanaşmayan duygular yoruyor.

İnsanın kalbi neden tam yumruğu kadar sanıyorsun;
dünyayla savaşırken aslında elinden çok kalbini kullanması gerekiyor. 



Tuesday, December 20, 2016

8

8 sene önce bugün, Paris.
 hala taktığım şapkam,
yüzyıllardır giydiğim paltom,
henüz bilmediğim tonla şey, tanışmadığım bir sürü insan ve
bugüne kalamadan eriyen binlerce hikayenin ortasında ben.

hayat dediğin de bu kadar zaten; 
bir yanda eriyip giden,
bir yanda dondurup saklanabilen. 


Tuesday, December 13, 2016

Y


bazı kitapları vaktinden erken okumak nasıl o kitaba haksızlıksa,
bazı yazıları gereğinden daha erken yazmak da öyle.

anlamıyorsun çünkü.
ve anlatamıyorsun çünkü.

anlamıyorsun.
aklın toy, fikirlerin filiz. ellerin bile doğru düzgün tutamıyor kitabı, düşürüp duruyorsun.
zaten yakışmıyor da eline. olmuyor, okuduğunu sanıyorsun ama sadece bakıyorsun.
yazık ediyorsun. farkında değilsin, çok yazık ediyorsun.
bitiriyorsun, aferim sana; anladığını sanıp, yüzünde koca bir gururla kapağı kapatıyorsun.
üst raflardan birine, nasıl olsa bir daha ihtiyaç duymayacakların köşesine yerleştiriyorsun.
okudum sanıyorsun, yazık ediyorsun. farkında değilsin, çok yazık ediyorsun.
anlamıyorsun. 

ve anlatamıyorsun.
üzerinden henüz bir kaç ay geçmiş, belki o kadar bile değil.
her gün başka şekil alıyor zihninde anlar, her gün aslında başka şey hatırlıyorsun.
sağa sola anlatıyorsun tamam, ama hayır, yazamıyorsun.
hep bir eksik var, hep bir fazla var, sen göremiyorsun.
heyecanlısın anlıyorum, ama hayır, anlatamıyorsun.
yazık ediyorsun. farkında değilsin, çok yazık ediyorsun.
son noktayı da koyuyorsun, belki de koca bir ünlem, aferim sana, pek beğeniyorsun.
şimdi artık okusunlar diye, beğensinler diye tırım tırım bekleniyorsun.
yazdım sanıyorsun, anlattım sanıyorsun ama farkında değilsin, sadece yazık ediyorsun.
anlatamıyorsun. 


yanlış zamanlarda
vaktinden önce
harcadığım
her şey,
beni affetsin.









Wednesday, November 9, 2016

Let




susmamız lazım.
bütün ülke, bütün dünya, bütün gezegen, uzun bir süre susmamız lazım.
yeni hiçbir şey üretmeden, yazmadan, çizmeden, çalmadan, konuşmadan, durmamız lazım.