Friday, June 28, 2013

High Hopes

karşına çocukluğunu alıp tek bişey söyleyebilseydin, 
ne söylemek isterdin?

"korkma."
"durma."
"koşma."
"uç!" ya da, "aman ha, uçma."
"bil", ama "bilmiyorsan uydurma."

"sanma."
"umma."
"olma."

***



Taoist ya da nihilist olmayı öğretemezsin bir çocuğa.
çünkü çocuk olmak ister, oldurmak, oluşturmak ister.
elinde sonsuz imkan ve ihtimaller varken yaratmak ister.
kumdan, kilden, taştan, topraktan veya tamamen hayalden var etmek ister. 
çocuğun sahip olduğu ne kadar azsa varettiği de o kadar çoktur ya, 
ve aslında bu insanlığın en yalın halidir ya,
bizim oldurduklarımızı azaltmaya calışmalarımız hep o  halimize dönme güdümüzdendir aslında.

***

olma çocuk. 
hiçbişey olma.
sahip olma, ait olma.
çatlakların olsun, oyukların olsun.
yarıkların ve çürüklerin olsun.
eksiklerin olsun, hep daha çok olsun. 
sen zaten varsın, bırak boşluklarına hayat dolsun.

umma çocuk. 
sanma. 
ummaya başlarsan dünya yetmez.
sanmaya dalarsan sonu gelmez.
sen sadece ol.
olmadıklarınla, olamadıklarınla ol.

bana bir keresinde demişlerdi ki;
"ateş kendini yakamayandır."
sonra çok düşündüm bunu. 
var olduğun kadar yok olmadığın sürece, 
aslında hiçsin çocuk.

yok ol.
ve bunu düşün.
yok olarak varolmayı düşün.
sahip olmadan zengin olmayı,
ait olmadan sarılmayı düşün.
bir tek şey öğreneceksen bu hayatta,
sadece bunu öğrenmeye çalış çocuk.

bana inanmiyorsan o büyük insana inan.
çünkü o da söylemiş zamanında;

"bir testi yaparsın çamurdan, içindeki boşluktur onu yararlı kılan."







Wednesday, June 26, 2013





yaşadığın her andan sonra
-her andan da önce-
ölebilecek durumdaysan,
gerçekten yaşıyorsun demektir.

O. Aruoba

Monday, June 24, 2013

Hopper




ruhlarımız rendeleniyor, 
mütemadiyen.

onun resimlerindeki ağırlık ve huzur,
hepimize gereken.






Wednesday, June 19, 2013

süt kokulu devrim

bu yazıyı yazmak için çok bekledim. ne zaman yazmak istesem, beceremedim.
3 haftadır yaşadıklarımız o kadar yoğun ki, benim kelime dağarcığım ve klavyembir türlü anlatmaya yetmedi.eminim yine kifayetsiz kalacak kelimeler, ama biraz olsun anlatsın, biraz da ileride o günleri hatırlatsın, bana yeter. 


parka ilk gittiğim gün çimenlerde yayılan insan sayısı 200, bilemedin 300ü geçmiyordu.
henüz -bu bile göreceli ya- hiçbirşey olmamıştı.
TOMA ne demek bilmiyoduk, gaz yememiştik, başına geleceklerden habersiz bir avuç insandık.
belki de daha önce hiç çimenlerinde oturmadığımız bi parkta toplanmıştık. niye?
"3-5 ağaç için" mi? evet, belki de.

o ilk gün, akşama kadar oturdum. yanımdaki kızlardan Leman'larını istedim, biraz onu okudum.
ortalıkta bir kız çocuğu dolaşıyordu, "ağaçlar kesilmesin, Tayyip gitsin!" gibi birşeyler bağırıyordu sürekli, belli ki bu cümleleri onu uzaktan gururla izleyen annesi ezberletmişti.
sonra yavaş yavaş hava karardı, akşam oldu.
çok kalabalık oldu.

ve ilk kez o gün, yeni bişeyler oldu hayatımızda.
biz daha önce hiç görmediğimiz şeyler gördük.
parkın bi tarafında 'zıplamayan tayyip olsun!' diye müthiş bir senkronizasyonda ziplayan yüzlerce kişi, biraz ileri yürüyüp sağa baksan halay çeken koca bir grup, diğer tarafta türküler söyleyen kızlar ve etrafındaki kalabalık, yolun en ucunda da elinde mikrofo, onu dinleyenlere yarı beatbox yarı slogan çığıran bi genç. bunların hepsi aynı çatının altına gelir miymiş? diye şaştık önce, çatı değil ama, ağaçlar birleştirirmiş dedik sonra.
eğer ilerleyen günlerde olacakları o ilk geceden görebilseydik, içimizdeki coşku sönüverirdi bir anda. çünkü o gece herşeyin başıydı. ve herşeyin başı, o gecenin sonrasıydı.

sonrası dediğim; çok aydınlık, çok karanlık, uykusuz, gururlu, bakımsız, umutlu, eski dostlar ve yeni arkadaşlarla dolu, duman siyahı, gaz beyazı, viks kokulu, rennie tatlı günler.
en çok boğulduğumuz ama ilk kez nefes aldığımız günler.
aldığımız her nefesin ilk kez kıymetini bildiğimiz günler.

o güzel akşamdan sonra, bir daha kapanmamak üzere bazı kapılar açıldı.
hayat kapılarını açtı; çoğumuz için ilk kez.
biz hayatla tanıştık. hayat bizimle tanıştı. beklenmeyen misafir olduk ama masaya kendi yemeğimizle oturduk. torbamızdan umut çıkardık. kardeşlik çıkardık. güç çıkardık. bir de el emeği göz nuru, ev yapımı birkaç techizat çıkardık.

maskemizi taktık, ilk günden biber gazının ne demek olduğunu, onun o sinüslere oturan acısının nasıl bişey olduğunu öğrendik.
her saldırı olduğunda panik olmaya gerek yokmuş, olduğumuz yerde durup arkamızı dönsek yetermiş; kalabalıkken en tehlikeli şeyin galeyana gelmek olduğunu öğrendik.
sakin olmayı, sakin kalmayı, birbirimizi sakinleştirmeyi öğrendik.
kaçmayı öğrendik. durmayı öğrendik.
dik durmayı öğrendik.
el mecbur, yeni sloganlar öğrendik. sokak ortasında, bağıra bağıra birilerinin anasına küfretmekten utanmamayı öğrendik!
barikat kurmayı öğrendik. barikatlerden atlamayı, bize öğrettikleri gibi 'nasıl bulmak istiyorsak öyle bırakmayı', yani her barikatı aştıktan sonra onu daha yüksek yapmayı öğrendik.
TOMA'lar bilgisayar oyunlardaki bölüm canavarları gibi üzerimize gelirken, soğukkanlı olmayı ama delikanlılığın bile biyere kadar olduğunu öğrendik.gerektiğinde dip bucak saklanmayı öğrendik.
korkudan dizler gerçekten titrermiş, bunu öğrendik. (tamam, belki sadece ben öğrendim)
yardımlaşmayı öğrendik. gazı yuttuktan sonraki körleşme anını atlatınca, 'kime lazım solüsyon, kime lazım' diye bağırıp elinde avucunda olanı bölüşmeyi, birine omuz, birine el, birine sırt, birine kucak olmayı öğrendik.
paylaşmayı öğrendik. parkta huzurla oturduğumuz her gece, hiç tanımadığımız insanların bizi düşünerek, en iyi niyetlerle pişirdiği dolmaları, poğaçaları, sandviçleri yerken o hiç tanımadığımız insanlara uzaktan ve en kalbimizin en içinden teşekkür etmeyi öğrendik. yediği simidin yarısı artınca, onu orada geceyi geçirecek olanların başucuna koymayı, çay geldiğinde şekerlerini ihtiyaç anı için kenara ayırmayı, birbirimizi içki içmemek ve sürekli ayık kalmak konusunda nazikçe uyarmayı, en güzel yemeklerin 3 metrekarede 8 kişi yerde otururken yendiğini öğrendik.
arkamızı toplamayı öğrendik. yere çöp atmamayı biliyorduk belki çoğumuz ama, bir adım ileri gittik. harbiyeden gümüşsuyuna, taksim meydanından talimhane'ye yerde izmarit bile bırakmadan, elimizde eldivenlerle sokaklardaki çöpleri toplamayı öğrendik.
televizyonlarda çok fazla yalan söylendiğini, başkalarına değil, kendimize inanmayı öğrendik.
organize olmayı, elele tutuşmayı, söz dinlemeyi öğrendik.
gururu, kibiri, titrleri ve statüleri, kısacası yüzeysel günlük yaşantımıza ait tüm sıfatları bi kenara koyup, kendimiz olmayı, sade vatandaş olmayı öğrendik.
sadece kendimizin değil her gün yolda yanımızdan geçen insanların, ailemizin, henüz doğmamış çocuklarımızın hakknı savunmayı öğrendik.
kim para, kim iş, kim özgürlük, kim geleceğinin derdinde, tek tek, birbirimizin önceliklerini öğrendik.
birey olmayı öğrendik, ait olmayı öğrendik, parça olmayı öğrendik, bütün olmayı öğrendik.
bir olmayı öğrendik.
birlikte olmayı, birlikte direnmeyi öğrendik.
ve aslında kardeş olduğumuzu öğrendik. bizi stadlarda takımlara, şehirlerde halklara, kitaplarda ırklara ayırmasalar, yüzyıllardır olduğumuz gibi, aslında hala ve hep kardeş olduğumuzu öğrendik.
kim bilir, belki de farkettik.

kim ne derse desin, isteyen istediğini alsın.
bu oyunu biz kazandık.
hem de bir parktan, birkaç yüz ağaçtan, bir meydandan, bir şehirden fazlasını kazandık.
biz kendimizi, birbirimizi, yıllardır bir yanımızda eksik olan eli, dayanmayı özlediğimiz sırtı, yaslanmak istediğimiz omzu kazandık.
ve ben bu direnişin neredeyse en başından beri içinden olmaktan çok gurur duyuyorum.
ne diyorduk, "bu daha başlangıç..."


şimdi onlar düşünsün.