Wednesday, March 17, 2010

ailede bir olum

"kusmak gibi bu" dedi deborah, "kusan birine bakinca senin de miden bulanir ya, sana bakinca benim de aglayasim geliyo.."


carole sabahtan beri agliyo.
hicbisey yapamadan, bi kosede tabureye cokmus, aslinda hic de belli etmeden,sessiz sessiz agliyo.
"tu veux un the carole?" dedim, 'no c'est bon merci cherie' dedi, hayatinda ilk defa.
beni gunde 3 kere isimin ortasinda durtup 'bosver isi gel cay icelim' diyen kiz, bugun istemedi.
gittim, yanagindan optum.
uzgun ama cok huzurlu bi gulumseme gordum yuzunde.

biraz sonra, pascal'den telefon geldi, carole yukari kostu.
'babami cumartesi gunu topraga verioruz, cicekler icin philip'le konusurum'demis.
haftada 20 kere baska olumler, hic tanimadigimiz insanlar icin cicekler, celenkler hazirlarken, simdi aileden birine bunu yapacak olmak, yapmak gerekmek, agir geldi herkese..
kim yapacak, nasil yapacak, bell diil hala..

carole telefondayken yukarda, deborah'yla aslinda ne kadar herkesin icice, kolkola, birbirine bagli ve baglantili oldugunu konustuk.
ve aradan birileri kaydiginda, herkesin bi anda nasil sendeledigini.
hayatin aslinda cok garip oldugunu.
olumun de aslinda sandigimizdan cok daha aramizda, yanimizda oldugunu.

Saturday, March 13, 2010

bana benzeyen sarkılar listesi

oturdum dusundum, ben sarkı olsaydım, bunlar gibi bisey olurdum diye karar verdim.
hayatımın fon muzigi olmalarına gerek yok, bi gun gelir bıkabilirim de bazılarından, ama bugun su anda, bana benziyen sarkılar listem budur. sıralama oncelik sırasına gore yapılmamıstır.

-Il y a, Vanessa Paradis
-Azzurro, Adriano Celentano
-You're a Cad, The Bird and the Bee
-Samba de Mon Coeur Qui Bat, Coralie Clement
-Baby Elephant Walk, Henri Mancini
-Canned heat, Jamiroquai
-Her Morning Elegance, Oren Lavie
-The Girl in the Other Room, Diana Krall
-You Got By, Sara Gazarek
-Ces Petits Riens, Stacey Kent
-Bella, Beady Belle
-Build Me Up Buttercup, The Foundations
-Mixtape, Jamie Cullum
-Non Si Butta Via Niente, Mina
-Electric Bird, Sia
-Neon, John Mayer
-Imagine, Alalie Lilt
-Sunny, Bobby Hebb
-Big Blue Sea, Bob Schneider
-For the Colour of Your Eyes, Eleftheria Arvanitaki
-Lullaby of Birdland, Ella Fitzgerald
-Caro amico ti scrivo, Lucio Dalla
-Koop İsland Blues, Koop
-Everything, Michael Buble
-Change, Tracy Chapman

bir junk sendromu.

Ben bu Deniz Berdan'ı seviyorum.
Ha, sevmek belki fazla iddiali, ama takdir ediyorum, cok tutuyorum diyelim.

Blogunu, bikac zamandır takip ediyodum..takip etmekten kastım koydugu binlerce catwalk fotografını tek tek incelemek degil elbet, yuregim dayanmaz onlara o kadar mesai harcamaya.. ama bi bakıyodum arada, ne yazmıs, ne koymus, ne fotograf cekmis, gene napmıs diye. etrafımdaki onlarca blog heveslisi gibi 3 yazı yazdıktan sora o blogu tamamen unutmak yerine, bakıyorum calısıyo, arastırıyo, begendiklerini koyuyo, begenmediklerine yorum yapıyo, ve hatta benim hayatımda adını duymadıgım tasarımcıların, yeni universiteden cıkmıs isimlerin kreasyonlarına yer veriyo. sagda solda bos bos modadan anlamam, sevmem, sıkılırım dememe bakmayın, istedim mi gayet de anlarım aslında. tevazu biyere kadar, saglam bi gozum ve dogru bi estetik anlayısım oldugunu, bunu zamanla buyuttugumu ve kendimi bu konuda hep cok egitmeye calıstıgımı inkar etmem. bu yuzdendir ki, bu kadın hayatımda duymadıgım adamları karsıma cıkarınca, orda burda, alelade yerlerde aynı seyleri temcit pilavı gibi karsımıza cıkaranlardan anında sıyrılıyo, bize iki yeni sey ogretiyo, bu da bizim hosumuza gidiyo. bu bir.

sora evinde, kendi 'modifiye' ettigi kiyafetleriyle yaptıgı amator cekimlerle, sadece kendi yasındaki ve cevresindeki fabrikasyon kadınlara diil, modayı, trendleri, akımları, herseyi yalayıp yuttugunu zanneden, 'ben kucukken de ananemin dikis makinesiyle bebeklerime kıyafet dikerdim' insanlarına saglam bi ders veriyo. her seferinde binlerce renk ve desene bulanmıs kombinasyonlar yaratıp evinin otoparkında deli deli pozlar veriyo. hicbiseyi, hickimseyi umursamıyo, ve bos konusmayın, biseyler yapın diyo alttan alta.. yaratıcı her iste oldugu gibi, aslında giyinmenin de, o giyilen seyi yaratmanın da, etrafa gostermek ihtiyacının da bir durtu, icten gelen durdurulamaz bir istek oldugunu cok net olarak ortaya koyuyo. bu da iki.
yapmak, yaratmak birsey, onun hakkında bos konusmak, cok baska bisey.
yapmak, yaratmak ciddi bir durtu, karsısına gecip ona bok atmak sevimsiz bi kasıntı.
kimisinde birincisi var, kimisinde ikincisi...


ben inaniyorum ki, deniz berdan modifiye etmenin de otesine gecip kiyafet tasarlasaydı, bugun cok ciddi bir isim olurdu.
ha ben, desenli tek biseyi olmayan, butun kiyafetleri 'ölü fare rengi' olan ege soley, deniz berdan tasarımı tek bisey alır giyer miydim? hic sanmıyorum. ama bu, benim bu kadını takdir etmeme, desteklememe engel teskil etmez elbette. ve yine inanıyorum ki, bu ulkeye boyle kadınlar da lazım, standardizasyonun ustunden kosup atlamıs, umursamaz, kendi bildigi yolda giden, bunu da cekinmeden gosterebilen, her ne yaparsa yapsın yaptıgının arkasında durabilen kadınlar lazım.


merak edenler icin :
http://www.deniz-berdan.blogspot.com/

Thursday, March 11, 2010

varlıgım ve onun dayanılmaz hafifligi


Metrodan cıkıyorum.
Paris'in en guzel koselerinden birinde, bir carsamba sabahı, saat 10.30 cıvarı.
isbası yapmaya yarım saat.

dukkana dogru donmektense, dumduz ilerliyorum, istikametim o olmasa da, Parc Monceau'ya dogru.
kulagımda muzik. herseyden biraz.

metroda wabi sabi kitabımı okumusum, belki besinci kere, iyice aklıma girsin diye.
aklımda kitabın soyledikleri. aklımda wabi, ve sabi.
dusunuyorum, etrafıma bakıyorum, dusunuyorum. kendime bakıyorum dusunuyorum. ceplerime soktugum ellerime, hızlı hızlı ilerleyen adımlarıma bakıyorum, dusunuyorum.
ustumdeki tam 40 yıllık paltonun aslında tam bir wabi sabi oldugunu farkediyorum.

hava aydınlık, serin, hatta soguk.
ama bir tek bulut yok gokyuzunde.
sehirleri guzellestiren, bazen de havasi degil mi diyorum kendime.
bu sehir, bugun, hava boyle olmasa, bu kadar guzel olur muydu?
olurdu belki de.

Sagımda Parc Monceau beliriyo.
ve kosan insanlar. kosarken etrafına bakınanlar. kosarken sadece ileri bakanlar. kosarken birbiriyle konusanlar..

aylar once, yine bir sabah is oncesi bu parkta yuruyusum geliyo aklıma, heryer bembeyaz karken.
telefonum calmıs, bir an telefonumu cebimden cıkarmak icin durmus, tam o anda ayakucumda beliren bi karaltıya takılmıstı gozum. insanin basına bir kere gelir ya boyle seyler, ufacık bir sercenin ayagıma kondugunu gormustum. elimde calan telefon, bakakalmıstım ona. o ise bi an bakıp bana, ucuvermisti ayakucumdan.

Tanrı'nın beni ne cok sevdigini gostermek icin sectigi bir yoldu bu da, farketmistim.

Parkın yanından, gunesin altından, trafigin onunden gecerken bunları dusunuyorum.
Ve tam o sırada, kulagımda o ana en yakısacak sarkı baslıyo.

'ton allure, quand to marches juste devant..'

bi an gulumsuyorum.
herseye.
kulagımdaki sarkıya, parktaki insanlara, her yanımdaki gunese, aslında ayagımın ucundan hic kanatlanmamıs o kucuk kusa, icimdeki huzura..
tesekkur ediyorum, hepsine tekrar.
yolun karsısına geciyorum.
gecerken, yururken, dukkana girene kadar hep aynı sarkıyı soyluyorum..


"parfois on regarde les chose, telles qu'elles sont en se demandant pourquoi,
parfois on les regarde, telles qu'elles pourraient etre, en se disant pourquoi pas.."