Thursday, December 21, 2006

idea.

sabahları metrodan cikip da merdivenlerden hizli hizli yuruyup de, en onde ben olup da arkamda insanlar beni takip eder gibi peşimden gelince, her seferinde osmanbey'i fetihe gidiyorum gibi hissediyorum.

imza;
ege 'the conqueror' soley.

Friday, December 15, 2006

naylon & salon.


evinde bi oturma odası (ki adı niye boledir hic anlamam diger odalarda ayakta mi duruyoruz) bide salon olan, ama buna baglı olarak salonu sadece misafir geldiginde kullanıp geri kalan zamanda da orayı her an misafir gelicekmiş gibi haır bekletip, kapısını da kapalı tutan insanları hic anlamıyorum. ısınamıyorum da ayrıca böle fikirlere. mantıgım almıyo bu olayı. kendi evinde, en mahrem, en özel yerinde kendine kısıtlama getirmek ne sacmalık, ne salaklıktır yarabbim!
vardı benim de böyle bir tanıdıgım. o kapı hep kapalı dururdu; bende bacak kadar halimle misafir sayılmayacaktım ya, bana da kapalıydı o kapılar. girmesine girerdik, ama plastik, renkli dağınıklığımızı orada yayamazdık, halının üzerine, ''ayıp olurdu''. orası hep temiz, hep derli topluydu; çünkü yaşlı teyzeler, gözlüklü amcalar oturmaya geldiginde, işte oraya buyur edileceklerdi. danteller milim kaymadan dursundu ki ,ayıp olmasındı. kristal şekerlikte hep şeker bulunur, bide gümüş kutuda kare çikolatalar olurdu. amcalarla teyzeler yesindi; biz yemesek de olurdu, hem zaten biz butun gun daha alasını yemiyo muyduk onların!

soradan buyudukce farkettim, salonunu, yani evinin en özenli en düzenli odasını başkalarına saklayan bu insanlar veya onların yeni jenerasyon çocukları cep telefonu aldıklarında ekranın üzerindeki jelatini de çıkarmıyolar, aman hemen eskimesin! bi hafta geç eskiyince huzurlu mu oluyosun ki? aynı şekilde bu insanlar veya onların eski jenerasyon anne babaları televizyon kumandasını da jelatinle falan kaplayabiliyolar, bastıkca sayılar silinmesin diye! birle üçün rengi mi değişecek dunden bugune, bırak cıksın gitsin.........


kasmayın kendinizi bu kadar, asıl biz kullanılıp atılıyoruz, hepimiz yavas yavas eskiyoruz, hepimiz bi gun bitiyoruz, yapmayın, bu kadar kasmayın. gidin salondaki koltukta oturun, uyuyun, tepinin naparsanız yapın. zaten o salonda bi gun oturup helvanızı yiip arkanızdan ne iyi insandi diip ağlasıcaklar, bari siz onlardan once orda oturmuş olun. !

Monday, December 11, 2006

where the hell I am................................?


2 hafta once cok mecbur kaldıgım icin (neden cok mecbur kalınca gittigimi yazının geri kalanında anlamanızı diliyorum) ortakoy burger king'e gittim, acelem vardı, açtim; girdim, kasadaki kizin karsısında durdum. siparişinizi aliyim? dedi, baktım arkasındaki isikli tabelaya, yeni cıkanlardan bisey soledim. buyuk secim mi olsun dedi? yok istemem dedim. basladım beklemeye. cok gecmeden sol yanıma bi anne geldi, yanında kucuk kızıyla, sipariş verdi, sora da ''ama kızın menüsünde su yeşil oyuncaktan olsun'' dedi. kasadaki kız oyuncaga baktı, üç yeşil oyuncaktan birini alıp paketin icine attı. elleri kırmızı ojeli kucuk kız bagırdı: ''hayırrrrrrr obur yesil oyuncak, kanatlı olaaan!'' kasiyer kız oyuncagı cıkarıp, kanatlıyı attı paketin icine.. '' o mu kızım istedigin?'' dedi annesi, ''bakiyim kanat cirpiyo mu'' diye burun kıvırdı kız, annesi '' cıkartın baksın kız'' dedi. kasiyer kız oyunacgı tekrar paketten cıkardı, kucuk kız incelemeye koyuldu. ben bos bakıslarla seyrederken sol yanımdaki kasaya bir adam yaklastı, kocaman gobegiyle dayanip, '' bana bi big mac'' dedi. burger king'de olup da big mac istemek ne zaman bu kadar normal oldu diye dusunurken, kiz buyuk secim olsun mu? seklindeki klişe soruyu adama da yoneltti, '' yok yaaaa burda yicem zaten'' dedi adam. ben gene anlam veremedim. bu sahnedeki en takdir edilesi insan kasadaki kizdi suphesiz, ne burger king'de big mac istiyen adama en ufak bir tepki veriyor, ne de buyuk secimin aslında nerde yendigiyle pek bi alakası olmadıgını anlatmakla ugrasiyordu. yeniden patateslere dondu kız, ben hala bekliyordum, aclık sabrımı zorlamaya baslarken, ucuncu musteri olarak bende kasadaki kızı zorlamak istiyordum. ''ben daha ne kadar beklicem?'' dedim, ''sizinki yeni urun ya biraz zaman alıyo'' şeklinde olabilicek en salakça cevapla karsılastım. sustum. durmaya devam ettim. bi kac saniye sora sol yanımdaki kucuk kız tekrar cıyakladı '' anneeeeeeeeeee iyi kanat cırpamıyo buuuuuu yenisini versiiiinn'' annesi kasiyer kıza bakti '' iyi kanat cırpsın dedik, saglam verin dedik niye anlamıyosunuz ki cok mu zor yani'' dedi, daha fenası butun bunları kendisi de bi yandan kanat cırparak söledi. kırmızı ojeli parmaklı kucuk kız annesine baktı, muhtemelen buyuk gurur duydu onla. tam bu sırada benim paketim hazırlanmıs olarak burnuma sokuldu, 6 milyon dedi kız.
verdim parayı.
aldım ustunu,
kactım dısarı!

hala senaryo bulmak bu kadar zor mu bu ulkede?

Tuesday, December 5, 2006


english man in new york..

ben ve benim ucusan dusuncelerime bir yenisi daha. geldigimden beri kendimi giderek daha cok cinli hissediyorum bu sehirde. gozlerim hala yuvarlak ama kendim o kadar cıkıntılıyım ki, yuvarlanmam gerekirken biraz, hala etrafıma batıyorum, hala rahat edemiyorum. new york'da bir ingiliz olmak bundan cok daha kolay, kesin. onu daha sora tartışırız, şimdi konudan sapmak olur.
ama ben burdakihayata giderek daha cok alısmam gerekirken, her gün daha cok cinli gibi hissediyorum kendimi. metroya binerken itişip kakışmanın kural oldugunu, yere tükürmenin rahatlamak, her kıza laf atmanın hürriyet oldugunu bilmiyordum. arabaların yayalardan daha kuvvetli oldugunu, yaya gecidinin sadece sehre renk katsın diye cizildigini daha once hic duymamıstım.
daha fenası, burda gecen 18 yıldan sora, orda gecen ufack 4 yılın beni bu hale sokucanı asla tahmin etmemistim.

bu insanları sevmedigimi soledim; kıyas yapıp londra metrosunda 10 kisinin 8'inin gazete okudugunu savundum, ''ama bizim insanimiz icten, sıcak'' dediler bana. metroda yanımda oturan adamın ictenliginden banane, kokmasın yeter!

şimdi
ben
kötü müyüm
?