Monday, July 29, 2013

5




5 kişiydik.
yanımızda deniz vardı, masamızda rakı.
inanmazsan dediklerime, şahidimiz onlardı.

konuştuk.
olanlardan, olmayanlardan ve olduramadıklarımızdan;
görenlerden, görmeyenlerden ve gösteremediklerimizden;
bitenlerden, bitmeyenlerden ve bitiremediklerimizden;
unutanlardan, unutmayanlardan ve unutamadıklarımızdan.

kaç cümle kurup, 
kaç ünlem, kaç virgül, kaç soru işareti koyduk,
keşke biri sayabilseydi.

saatleri tükettik.
nefesimizi tükettik.
rakıyı tükettik,
deniz tükenmedi.

ve biz gördük ki, 
hayatımızın mozaiğindeki tüm dakikalar boyunca,
ve biz amaçsızca uyduruk amaçlar yaratırken,
hayat bazen ayaklarımızın altından,
bazen sırtımızın üstünden,
bazen gözümüzün önünden geçti.

birbirimize baktık, kendimizi gördük.
gördüğümüz gibi de,
sesimiz zor yetti, kelimelerimiz bol geldi.

birbirimize baktık, geçen zamanları gördük.
geçerken aldıklarını, verdiklerini ve bizimle alıp veremediklerini.

birbirimize baktık, ve farkettik ki,
o meşhur klişeye özne olduk.

"hiçbir şey dışardan göründüğü gibi değil"
derler ya,
değilmiş, değiliz, değilim.
peki ben sana neyim? unutmadan söyleyeyim;
ben sana gösterdiğim kadarımın, anladığın kadarının, aklında yarattığı şekil kadarım.

kırıklar, ağrılar, mideye oturan taşlar tükendi.
gözyaşları tükendi.
derin alınan nefesler, uzun verilen soluklar tükendi.
en sonunda rakı da tükendi.

ama gel gör ki,
bir dostlar, bir de deniz,
bugüne dek hiç tükenmedi;

her seferinde onlara sığındıysak,
bizim de bir bir bildiğimiz var;
sağolsunlar.











Thursday, July 25, 2013

siz?


çocuğum olur mu bilmem, 
olursa bu ülkede büyür mü bilmem, 

gün gelir evlenmek ister mi bilmem. 

tek bildiğim, eğer tüm bunlar olursa, 
evlenceği kişinin annesine babasına soracağım tek sorum artık hazır:




"siz de Gezi'de miydiniz o haziran?"








Monday, July 15, 2013

change


demin hatırladım;
pencerenin içinde küçük deri bi bavul dururdu.
içinde de kasetler.
o zamanlar, sadece kaset vardı.
birini çok severdim.
karar vermiştim ki, o bitanesi 'benim'.
kimbilir kaç yaz üstüste hep onu dinledim.
ingilizce bilmeden, ingilizce şarkılar ezberledim.

bi de köpeğim vardı.
bütün gün yanında otururdum, toprağın ortasına.
bazen başımı gögsüne koyardım, zaten baksan, onun kadardım.
o zamanlar, sadece köpeğim vardı.

bir de, aynı bu fotoğraftaki gibi bir kumsal vardı.
hep dedikleri gibi, uçsuz, bucaksız.
ya ben küçüktüm, ya kumsal büyüktü, bilemedim.
o zamanlar, oralarda sadece bir kumsal vardı.

sonra o yılları o deri bavula koydular,
kimbilir nereye yolladılar.
müzikler çaldılar gidenlerin arkasından, 
biz selam durduk onlara o bakir kumsallardan. 
ne kaldı dersen elimizde,
onlardan geriye, bi ben kaldım.
bi de bi şarkı; 'benim şarkım'.

"if everything you think you know,
makes your life unbearable,
would you change?"

demin hatırladım dediğime de bakma,
hiç unutmadım. 



Thursday, July 11, 2013

mal de vivre

açıp açıp şiir okuyorum.
yıllardır böyle, ne zaman içim sıkışsa hep onlara koşuyorum.
cemal süreya, turgut uyar, metin altıok, birhan keskin.
onlar konuşuyolar, ben dinliyorum. 
onlar hep aynı şeyleri söylüyorlar, ben hep başka şeyer duyuyorum.

sonra onları bırakıyorum, dergileri karıştırıyorum.
uzak ülkelerdeki güzel evlere bakıyorum.
timbuktu, cape town, oslo, güzelim paris.
o ahşap yerlere ne güzel çıplak ayakla basılır, tavanlar ne kadar yüksek, mutfak ne ferah diyorum.

sonra biraz çalışmaya çalışıyorum.
iniyorum, çıkıyorum, konuşuyorum. 
ellerim kirleniyo, ellerimi yıkıyorum.
içimden tek bişey eklemeden sadece gerekenleri yapıyorum.

geliyorum gidiyorum, elimi gene kitaplara atıyorum.
japonların çay ritüllerini, kendilerini nasıl wabi - sabi'ye adadıklarını okuyorum.
ben de yapabilmek istiyorum. 
sanırım yıllardır, gerçekten ve sadece bunu istiyorum.

başka hayatlar da var,
başka hayatlar da mümkün biliyorum.
camdan dışarı bakıyorum.
geçen ay Allahsız RTE yazmışlardı karşımdakı duvara,
üzerini beyaz boyayla kapamışlar, yeni görüyorum.

benim de ciğerlerimi beyaz boyalarla boyamışlar sanki;
buram buram tiner kokuyorum,
nefes alamıyorum.





resim: simon birch

Thursday, July 4, 2013

-sanırım- ben tekim.

yaz mevsimini samimiyetsiz buluyorum. 
deniyorum, bu hissimden vageçemiyorum.
kışın sarmalayan sıcaklığı değil sanki onunki, 
çok daha sinsi, çok daha yorucu, çok daha soğuk bir sıcak.

yazın doğdum, deniz kenarında aydınlıkla büyüdüm,
sanma ki melankoliğim; hayatı hep inadına, hep çok sevdim.
ama her yıl tekrar tekrar ve inatla denememe rağmen, 
ne zaman ki sıcaklar değmeye başlıyo tenime,
ne zaman ki gözlerimi kırıştırıyorum güneşten,
ne zaman ki nefes alınmaz oluyo bu şehrin sokaklarında,
-ve aslında tüm adımlarımda-
ben koşa koşa kışın kollarına kaçmak istiyorum.
karşımda bir ayna açılsın, üç ay sonrasına uyanayım istiyorum.

soğuk istiyorum. 
yakıcı, keskin soğukları özlüyorum.
her yaz, bana çarpan tüm sıcağı kucaklayıp size vermek istiyorum;
seve seve. 
karanlık bi hava, sarı lamba ışığı, beyaz kar parlaklığı,
 erken biten günler, bi türlü bitmeyen geceler istiyorum.

mutluluksa, ben hep mutluyum;
ama kışın, 
evet kışın birazcık daha mutluyum.

ha bi de, 
merak etme,
beni anlamanı beklemiyorum.






"yağmur, teşekkürler..."
çalmaya başladı, ve bana bunları yazdırdı.