Friday, October 26, 2007

1

.....
daha dun aksam dedim ki, 'ben artik o blog'a yazmicam..yeni bisey acicam.'
niye bole hissettigimi de tam olarak bilmiyorum aslinda. sanirim cok fazla yeni sey oldu hayatimda, ve cok sey eskidi ayni anda.

ama yapamadim, kiyamadim.
ben gene burdayim.
....

Friday, July 27, 2007

lise 1de, tam da bunu en cok duymaya ihtiyac duydugum zamanlarda karsıma cıkmıstı, dolabımın ustune yapıstırmıstım.
hala orda.
hala bazen sadece buna ihtiyac duyuyorum.
hala bazen dolabın karsısında durup onu dinliyorum:

her seyi bosver, dolu dolu yasa.
madem ki bir askin var, ne güzel, tadini cikar...
sanki ayip bir seymis de utaniyormussun gibi yazmissin bana...
her seye bosver ve aski yasa... ille de buyuk ask olmasi gerekmez;
yasanan her ask buyuktur, yeter ki tadini cikarmasini bil...
cok buyuk umutlar baglama, yarini hic dusunmeden, gunu gunune sev,
sevginin tadini cikar...
sevgide gelecegi dusunursen aski b..mb.k edersin.
sakin haaa... sonsuz monsuz diye herifin basini yeme...
her seye bosver; oylesine sev ki, sevdigin erkegi bile umursama, salt
kendin icin sev, bencilce yasa aski, butun maddesiyle...
yasamdan elinde kala kala salt yasadigin sevgiler kalir sonunda, ne su,
ne de bu...
butun onlar, aski yasamak icin gerekli olan - ne yazik ki gerekli olan -
gereklerdir.
aslolan asktir yasamda...dolu dolu, dolu dizgin, zilzurna, saniye
saniye aski yasayarak sev...
iki yil, uc yil surecek diye umutlanip enayilik etme...ister surer,
ister surmez...sen o ani yasa yeter ki...
yitirdigin zaman; yasadiklarini kazanmis olacaksin... sonunda elbet
yitireceksin, ama yitirecegini hic dusunme;
cunku ayni zamanda kazanmissindir da...
anilar kazaniyorsun daha ne... ic o zaman, sarhos ol...
yuce yuce seyler dusunme severken, sevgiyi berbat edersin;
cunku sevginin kendisinden daha yuce bir sey olamaz..
aferin sana seviyorsan, seviliyorsan...sakin kuskulara kapilma.
herifi didikleme, yiyip bitirme...turk karilari genellikle bir beladir
cunku, batasi gelenekleri, gorenekleri oyle... sakin bu aptalligi
yapma...severken yirmi yil sonrasini degil, yirmi dakika sonrasini bile
dusunme, sevginin icine edersin...
an an yasa, derin derin hem de...afferin sana...cok sevindim. ise guce
bosver. artik sana ne surname'yi, ne de baska seyi soruyorum. keyfince
yasa, sev...sevildikce sev, sevilmeyince de tastamam bosver ve o zaman o
guzelim yalnizligina saril...
o yalnizlik ki, butun sevgilerden daha guzeldir ve
sonunda onun koynuna girmek icin kendi kollarimizla kendimizi
sarariz...
o zaman da hic uzulmeyeceksin. cunku nasil olsa, siginacak bir
yalnizligimiz var; gunun birinde anamiz bile bizi birakir
gider, ama o yalnizligimiz, biz yasadikca bizi hic birakmaz...
severken bunlari dusunme, lutfen yarinsiz sev!
hadi, sevgiyle operim.
yasa sen !...


a. nesin

Monday, July 16, 2007

!......................................! ve arasındakiler

benim kafama bisey takılıyo. bu aralar cok takılıyo.
buyuk dusunelim, genis bakalım:
simdi biz bu dunyaya gelmisiz, bi sekilde, yasıyoruz.
tamam.
nerden gelmisiz nereye gidiyoruz, bilmiyoruz, cogunlukla da ilgilenmiyoruz.
ona da tamam.
buyuyoruz, okuyoruz, ogreniyoruz, dusuyoruz, kalkıyoruz, aglıyoruz, guluyoruz, ama butun bunları yaparken aslında cogunlukla hep yapmak istediklerimizi yapıyoruz. ders bittikten sora istiklale icki icmeye cıkıyoruz, hafta sonu oldugunda eve girmiyoruz, dersten kacıyoruz, okulu kırıyoruz, genclik ne guzel sey diye bakıyolar bize, o sıralar derdimiz cok ya, pek anlam veremesek de buna, hayatımızı yasıyoruz.
sora okulu bitiriyoruz, ise baslıyoruz.
orda. burda. belki once orda, sora burda.
calısıyoruz.
calısıyoruz.
calısıyoruz.
calısıyoruz.
calısıyoruz.
.
.
.
.
.
ve hayatımız bi gun bitiyo. belki calısmayı bırakamadan. belki bıraktıktan sora.
ama bi gun bitiyo.

simdi ben burda sunu anlamıyorum: neden, nasıl, nicin bir gun geliyo, is denen sey, insanin butun! hayatı oluyo? bi gun geliyo, insan ondan baska hicbiseye vakit ayıramıyo, o ise sabahın korunde baslayıp aksamın karanlıgında bitiriyo. kendisine ne kalıyo? hic. kendisi icin ne yapıyo? hic. hayır ben aileyle yapılan pazar kahvaltılarını falan saymıyorum bundan. daha onemli. daha buyuk. yasadıgını daha cok hissettiren. varoldugunu sana daha cok kanıtlayan. beyninin hala farklı seylere de calısabildigini gosteren. kalbinin sadece kan pompalamadıgına isaret eden seyler istiyorum. ama cogunluk ne yapıyo? hic.
para kazanıyo. az yada cok.
ama ne kadar kazansa da bu ona zaten yetmio ki.
hep daha cok kazanmak istiyo, bazen oluyo, bazen olmuyo.

cok acık yureklilikle soluyorum. ben bu hayata sadece calısmak icin gelmedim.
hicbirimiz gelmedik.
calismaktan baska seyler de var hayatta. olmak zorunda.
benim tek amacım calısmak, cok para kazanmak olamaz nefes aldıkca.
benim tek amacım mutlu olmak olabilir ancak. kayıp giden bi seridin ustunde, bi sure de ben goruceksem bu dunyayı ve sora nereye gittigm hakkında fikrim bile yoksa, butun hayatım kendimi is guc diye paralamak olamaz. olmamalı. olmasın!
biliyorum para kazanmak zor, biliyorum bu dunyada, hele bu ulkede ayakta kalmak cok zor. belki sımarıgım, belki daha cok gencim. ama ben hayatımı sadece calısarak gecirmek istemiyorum. ben yılın sadece 2 haftasını "izinli" olarak gecirmeye inanmiyorum. bu fikri kaldıramiyorum. ben o yasa geldigimde hic kimseden izin almak istemiyorum. ben o zaman kendim icin de biseyler yapmak istiyorum. buyudugumde gercekten buyumus, sadece yaslanmamıs olmak istiyorum. daha cok bilmek gormek istiyorum ve bu bunun yolu burdan gecmiyo. her gun biraz daha farkediyorum.

bunlar icin de cok calısmak gerekiyo, hicbisey insanin avcuna tepeden dusmuyo, ama o zaman calısmak mecburiyet olmuyo, o zaman bunun adı otobusler dolusu aynı kıyafeti giymis insandan biri olarak amacsızca calısmak olmuyo, o zaman sonunda "seni" mutlu eden bi yola girilmis oluyo ve en cok bu yorsa da, kendini buyutmek icin calısmanın yorgunlugu herseye bedel oluyo.

bi kere daha dusunun. yaptıklarınızı. yapıcaklarınızı.
ve en onemlisi ama en acıklısı: yapmak isteyip de yapamadıklarınızı.
baska seyler ugruna ertelediklerinizi.
hayat ertelemeye gelmiyo.
gecip giden amaclar ugruna ertelenen her istegimiz, yasanamamıs bi gecmis olarak hep orda, kalbimizin bi yerinde sızlıyo. ve bizi arkamızda kalanlar kazandıgımız paralarla degil, bu sızıyla gomuyo.

benim icin en dogrusu her zaman su: benden onemlisi yok.
sizden onemlisi de yok.
bi kere daha dusunun.

Friday, July 13, 2007

kan-ter(k)

ulkeyi terk etmek icin gecerli sebepler arıyoruz.
kimi cehalet ediyo,
kimi kuralsızlık.
kimi icine suruklendigimiz karanlık diyo,
kimi icinden bir turlu cıkamadıgımız kuraklık.

peki ben niye ciddiye alamıyorum bunları?
peki ben neden tek birsey dusunebiliyorum?
peki ben ne zaman boyle oldum?
peki ben ne diyorum?
:
bu nedenlerin gecerliligi herkes icin gorecelidir.
ya baska bir sehire asıksındır,
ya baska bir sehirdeki birine.
herkes baska seyler soylese de,
ask her zaman en gecerli nedendir.

yalan mı?

CS.


10 Montfort Close'daki evimizde bi duvarım vardı. yasadıgım her evde, her odada, her alanda hep bi duvarım oldu zaten, rengi bana benzeyen. Orada da vardı. ilk gun basladım boyamaya, asmaya, ustune yazmaya, son gun topladım, sildim, kaldırdım. son gun belki de en cok onları yerinden oynatırken agladım.
benimle heryere gelen sozleriyle ge'nin siyah beyaz fotorafı, artık yasamayan.
ve adadaki evin sıcak duvarına dayanmıs eko'nun burusmus suratı, o sırada hala hayatta olan.
ve bi ip, soz verilmis, hala atılmamıs, atılmayan, atılamayan.
ve 4 fotograf, 1 karikatur, 1 cizim, 3 kartpostal.
ve sayfa sayfa, satır satır yazılarım. biri haric, hepsi benim.
benim onları hangi kafayla yazdıgımı insanlara sorduran yazılarım.

o zamandan bu zamana yazdıklarım cok degisti. cumlelerim cok degisti. devrik cumlelerim duzeldi, sıralı cumlelerim devrildi. dusuncelerim degisti, fikirlerim degisti, amaclarım degisti, gecmisim gelisti.
ama o yazıların "biri haric" olanı hic degismedi. ne kagıtta, ne aklımda, ne kalbimde, ne beynimde. ne anlamını yitirdi, ne dusununce aklıma 'sadece eskide kalan gunler'i getirdi. o iki satır benim icin hep gercek oldu; ve ben nereye gitsem, ve ben nerede kalsam, ya gidenlerim, ya arkada kalanlarım icin hep en dogruyu savundu.
ve ben ona inandim, ve ben ona inandıkca midemdeki burkulmalar daha kuvvetli, ama hayat daha anlasılır oldu. hayatı anlasılır kılmak hic bir zaman derdim olmasa da, cok bilinmeyenli denklemlerin biryerinde bazı seyleri anlamak gerekiyordu. kalbime sordugum hic bir sorunun cevabını bulamadıgımda, gozume en net gorunen sey, yine hayatın kendisi oldu.

o kucuk kagıtta yazan iki satır, ta o zamandan, uzaklıgın hayatımda kendini belli etmeye basladıgı gunlerden, hala bugunlere, ve belki daha ne kadar cok gunlere, yıllara tanıklık etti, benim soylemek isteyip de, sayfa sayfa yazdıgım, ama bir turlu 'tam' anlatamadıgım herseyi anlattı. bana anlattı. beni anlattı.
o gun bugun, ben mesafeden, zamandan ve ayrılıktan konusmayı kestim.
o herseyi benim adıma soyledi, ben onu her okudugumda, tekrar dinledim.



"zaman mi? degil zaman.
akan zaman degil, mesafelerdir."




ve ben bunun altına hic bir zaman baska sey yazamadım, sadece nokta koydum
.

Tuesday, July 10, 2007

Sunday, July 8, 2007

cok, az!

-hani gecicekti?
-gecmedi mi?
-sence gecti mi?
-gecmedi mi?
-gecmedi.
-gecer.
-ne zaman gecer?
-gun gelir gecer.
-gunler gecmiyo ki, bu gecsin.
-hersey geciyo. hayat geciyo. bu da gecer.
-bu hayattan buyuk ama. o varken hayati dusunmuyosun ki. hayatin farkina varmiyosun ki. ne olup bitiyo gormuyosun ki.
-hayir. sadece o varken hayatin farkina variyosun. tekrar dusun.
-dusunmek istemiyorum. gecsin istiyorum.
-cok mu acitiyo?
-'cok' anlatmaya yetersiz kaliyo. sadece uc harflik bi kelime anlatamaz ki acimin boyutunu. buna 'muazzam' yakisir, belki de 'olaganustu'..
-olaganustu acilar yasamanin ne demek oldugunu biliyor musun?
-her gun tekrar ogreniyorum. her aynaya bakisimda. her adim atisimda.
-bu kadar kolay mi saniyorsun?
-bana bundan daha zor birsey soyle.
-git ona soyle.
-neyi?
-acitan neyse. gecmesini istedigin sey herneyse. soyle ki ikiye bolunsun, sendeki azalsin, bir yarisi da onda buyusun.
-hayir.
-o zaman bekle. zamani bekle. gecelerin olmasini. ayin dogmasini arka arkaya. ve sonra mevsimlerin gecmesini, cemrelerin dusmesini, gelecek yilin ayni gunune gelmeyi bekle. zamani bekle. her gun, biraz daha cok, biraz daha az bekle. sadece bekle.
-gecer mi?
-neler gecti..
-ben hatirlamiyorum bundan once gecenleri.
-cok sey gecti hem de. bu da gecer. sen sadece zaman ver.
-zaman bana aklimi geri verir mi?
-sen ona izin ver, o sana herseyini geri verir. aklini da, kalbini de.
-midemdeki kelebekler de canlanir mi?
-belki....
.
.
.
.
.
.
.
- peki sence, 'kac dolanısta ulasır sarmasık cicek acacagı yere'*?
-sen dolanmaktan korkma yeter. bi gun sarilirsin, birakmazsin. o gun son gun olur. son dolanisin. son sarilisin. son deneme; ve dogru yer iste. orada acarsin cicegini. o gune kadar kimsenin gormedigi cicegini. senin bile farkina varmadigin cicegini. baskalarinin gordugunu sandigi, ama aslinda kimsenin farkina varmadigi, hep sakladigin, hic acmadigin cicegini. sen dolanmaktan korkma. ve bulunca, birakma. acitsa da, agirtsa da, dolanmak cok yorsa da, birakma. neye yarar ki bunca aci, hayatta biyerlerde cicek acamadiktan sora?
-sana sordugum, bitmeyen o muazzam aci vardi ya?
-evet?
-ona sarildim ben. ona cicek actim ben.
-ya aci?
-gecti. onun bendeki anlami sadece hayat artik. nefes. cok dolanislar sonunda tekrar buldugum can.
-cok mutluyum demek isterdim ama mutlulugumun buyuklugunu sadece uc harflik bir kelime anlatamaz su anda. olaganustu bu, yada belki de muazzam!
-tesekkur ederim.
-bana degil, bunca acidan sonra sana nefes verdigi icin ona tesekkur et.
-her gun ediyorum. tekrar tekrar. hepsi gecti.
-soylemistim. hersey gecer...
-gordum. hersey gecer. sen zaman ver yeter.




*bunca satiri altalta, 'muazzam' bi hizda bana yazdiran, kafamda iki kisiyi konusturup beni kendimden korkutan, o guzel satirin, o mukemmel sorunun sahibine, sevgili oruc aruoba'ya, onu okumaya basladigim ilk gunden beri yazdigim her satir icin tesekkur ederim.

Wednesday, June 13, 2007

Wednesday, June 6, 2007

il tram color fragola

bazen bisey oluyo, icimde kucuk, acık mavi bi fil zıplamaya baslıyo. bende onunla birlikte zıplamak, bagıra bagıra sarkı solemek istiyorum.

bazen bisey oluyo, basım dunyadan daha hızlı donuyo. durduramıyorum.
bazen bisey oluyo, kalbim fazla heyecanlı carpıyo. susturamıyorum.
bazen bisey oluyo, dizlerimin bagı çözülüyo. kenarda durup bağlayamıyorum.
bazen bisey oluyo, hic bisey olmuyo. anlayamıyorum.

cok sey olan zamanlar oluyo.
hicbisey olmayan zamanlar oluyo.
zamanlar oluyo.
zamanlar soluyo.
zamanlar ölüyo.
zamanlar sönüyo.
.
.
.
.
"when u dreaming with a broken heart, the waking up is the hardest part."

trenleri ozluyorum, trenleri beklemeyi, buyuk garlarda, yuksek tavanların altında.
trenlere binmeyi ozluyorum, trenlerle uzaklasmayı, trenlerle yaklasmayı ozluyorum.
yesillerin, kuzuların,ineklerin, evlerin, göllerin, kuguların, o göllerdeki o kuğuların fotografını ceken insanların yanında gecmeyi ozluyorum.
butun yolculuklarımda elimden dusmeyen siyah defterime en icimden gelen seyleri karalamayı, her seferinde bi tren cizip nerden nereye gittigimi trenin iki ucuna yazmayı ozluyorum.
zamanın yavas, penceredeki manzaranın cok hızlı gecmesini ozluyorum.

for my lover, for my lover..diye yuzlerce kere aynı sarkıyı dinlemek, soylemek, sora da, "lover? not necessarily.." diye dusunmeyi ozluyorum.

simdi dinlesem de, dusunsem de aynı degil.
konussam da, sussam da cozum degil.
yollar baska yerlere varıyo artık.
yollar yırtık.
yollar bizi yorar artık.

Sunday, June 3, 2007

yaz pazari..yazdim.


yaz her yere gelir.
yazin gorevi budur, gelmek. kalmak. isitmak. terletmek.
tam isyan edecekken insan bundan, gitmek.

evet, yaz geldi.
her yere oldugu gibi, yaz istanbula da geldi.
geldigi gibi bizi evlerimizden disari itti.
ben geldim, gelin beni gorun, bakin ne kadar guzellestirdim heryeri dedi.
duyduk sesini. bu yil, aniden duyulan sesini.

bu sabah uyandigimda, hem yazdi, hem pazardi.
ciktim disari.
baktim.
herkes mutluydu. herkes canliydi, herkes sanki tam da olmak istedigi yerdeydi.
denizin kenarinda, gunesin altinda, mutlulugun tam ortasinda.
herkesin istedigi buydu, yaz herkesin sesini bugun duydu.


istanbul'un en guzel yerlerinden birinde, yaz, bi pazar gunu boyle bir mutluluktu.
gorun istedim.

Thursday, May 31, 2007

bazen sadece bahar aksamlarında apartmanın kapısının onunde oturup, bi gozu top pesinde kosan oglunda, bi gozu yoldan gecenlerde olan, elinde cekirdegi, agzında cıt cıt sesi, ayagında plastik terlik, altında basma eteği, kocasının servise cıkmasını bekleyen, ateste daima yemegi olan, mutsuz ama mutlu, fakir ama zengin, o kadınlardan olmak istiyorum.

Sunday, May 27, 2007

elisa day

hayatlar cakisir. hep olmaz bu ama, bazen. iki insan, iki dunya, iki cografya, ustuste gelir. ve altalta. ve yanyana.

dusunceler catisir. bazen ilk gunden, bazen sadece son an. ya saganak baslar, ya yalniz simsekler cakar, ard arda.

gecmisler carpisir. kimin gecmisi daha kuvetliyse o yikar karsisindakini, onun gecmisine gore yasanir otesi.

yaralar barisir. onu acanla degil belki ama, onu kapatabilecek olanla. gelecegin umuduyla. gozu kara.

ve ruhlar alisir. herseye. cakismanin, catismanin, carpismanin, herseye ragmen calismanin ve barismanin sonunda, ruhlar herseye alisir.
acitir mi? bazen cok acitir.
kurtarir mi? bazen sadece alismak, alisabilmek kurtarir.
.
.
.
.
.
zaman geliyo, daha uyunacak cok uyku, kosulacak cok yol, soylenecek cok soz, vazgecilecek cok fikir varken, kalkiyosun, uykun yarim, yollar onunde, sozler bogazinda, fikirler henuz sessiz.
biniyosun arabaya, gidiyosun. oradan 'yok' oluyosun. orasi, senden oncesi gibi kaliyo.
oyle garip ki, aglamasan da, makyajin akiyo, sesin catliyo, kalbin citirdiyo.
aglamak daha iyi boyle durumlarda, kalbinin citirtisi duyulmuyo.

gozlerinde akmak isteyenlerin agirligi, basinda yerine oturamamis dusuncelerin agirligi, omuzlarinda yasanmislarin agirligi, midende kelebekleri ezip onlarin yerine konuslanmis o kocaman tasin agirligi.
araba gidiyo, hersey akiyo. disinda da, icinde de. dusuncelerin midendeki tasa kayiyo, omuzlarin gozunden akanlarla sarsiliyo. o sirada kulagin en yanlis sarkilari duyuyo, kapatmaya elin gitmiyo, cunku dogru soluyo, cunku sana soluyo, seni soluyo, ve duydukca, canin acidikca, hepsi daha cekilir oluyo. daha cabuk tukeniyo sanki. daha cabuk bitiyo...
.
..
...
....
evet bitiyo. eninde. sonunda.ama;
.
.
.
.
"sen bana bakma, ben senin baktigin yonde olurum."

acelem hala, hep bu yuzden.

Tuesday, May 15, 2007

4/2005



yine dilek'le evimiz, altimizda seda'yla stella, bi sure sora onun altinda tutu. kimsenin kapisi kitli olmadan, kimse kimseden hicbisi icin izin almadan yasadik, cok guzel, cok yakin, cok sicak, cok dost, cok icice yasadik. gercekten kardesten daha yakin yasadik. uc evin de geleni gideni bitmedi, uc evin de eglencesi bitmedi. son gune kadar. en cok bu sene sarhos olduk, en cok bu sene birbirimize dayandik, en cok bu sene birbirimizi anladik, en cok bu sene birbirimizi koruduk.
ben yine o gecelerin birinde, naptimi bilemez haldeyken, tutu birine dogru kostu venue'de, ise yaramadi, arkasindan seda agladi bizim evde, bi ise yaramadi, ben bildigimi yaptim, yada bilmedigimi. sora bide dilek uyandi o gece, neler neler yapti benim icin.
ucu de neler neler yaptilar benim icin.
asla unutulmicak seyler yaptilar benim icin.

cok insan girdi hayatimiza, belki de gereginden fazla arkadasimiz oldu, cok fazla eglendik, cok fazla gezdik, tozduk, cok fazla tadini cikardik yasadigimizin. o yuzden belki de, hic bittigine inanamadik. hala inanmiyoruz ya, boyle geliyo, oldugumuz yerde agliyoruz. oturup bunlari yaziyoruz. birbirimize ben agliyorum, ama sen aglama diyoruz.
birbirimizi artik cok iyi taniyoruz, cok seviyoruz ve sanirim hepimiz biliyoruz, ordan kazandigimiz en iyi sey, yine "biz"iz.

3/2004




sudan cikmis balik gibi oldum, italya'ya gidince. 500 arkadastan 5 arkadasa, her gecesi dolu haftalardan, her gunu ayni zamanlara dondum. baslarda napicami bilemedim, yalniz hissettim. sora yalniz hissetmeyi sevdim. yalniz yemek yedim, yalniz ders calistim, varolan bir kac arkadasimi daha cok sevdim. en cok bu sene yazdim, en cok bu sene okudum, en cok bu sene sarap ictim, en cok bu sene guzel yemekler yedim. en cok bu sene kendime yetmeyi ogrendim.
aklim istanbul'da kaldi, kacip kacip her ay istanbul'a gittim. ama oraya dondugumde hemen eski hayatima girdim. eksi bes derecede ipek'i arayip gianni? diye sordum, bi kere hayir demedi, o sogukta, o soguk kaldirimlarda, o mukemmel dondurmayi yedim, kim bilir kac gece. bi gun hastaliktan olmeme ramak kalmisken, son hamle olarak kerem'i aradim, gel bana dedi, ilac vericek sandim, bi tabak kadinbudu kofte ve kiymali mercimek yedim, o an ayaga kalktim. sahip olduklarimi daha iyi anladim. cok fazla seye sahip olmam gerekmedigini de.
son gecemde, yine bir tas duvarda oturdum, ipekle karsilikli, uzun uzun.
orayi bile ozleyecegimi hissettim.
dogru hissettim.

2/2003



kendi evimiz oldu. sadece bizim evimiz. once sadece dilek ve bendik, sora dilek maria ve ben olduk. turkan ve gunseli'yle evcilik oynadik, onlar bize biz onlara. yemekler pisirdik, ac kaldik, temizlik yaptik, pislik icinde yasadik, hatta uc ayda bir koltugun icinden cikan emziklere maruz kaldik! o sene o evi cok! insanla paylastik. sarhos gelip anahtari kapinin ustunde unuttuk, ertesi sabah cikarken ayni yerinden alip kapiyi kitledik. dilek'e notlar yazdim, yukarda! diye, dilek notlar yazdi, asagida! diye. o evde cok guldum. o evde cok agladim. o evde cok bagirdim. cok sustum, cok dusundum.
cok eglendim. cok fazla, yine. house party diye bi kavram girdi hayatimiza, cok hizli hem de. venue'ye alistim, venue'yu cok sevdim, cuma aksami venue'ye gitme planini persembe'den yapar oldum. ilk seneki ege gitti, RL gomlekli, inci kupeli kizdan eser kalmadi, babamin kesik pantolonlari, cizgili coraplarim, patlak converse'lerim, kesik tshirtlerim, kliplerden gorup de yaptigim deli deli makyajlarim, ve sinav zamani, tam o panigin ortasinda, sabahin 9unda dilek'le kestirdigim acaip saclarim.
kuaforden cikip da kutupaneye girdigimde beni kimsenin tanimamasi. ve sorasinda her gun o saclari havaya dikmek icin 2 saat once uyanmalarim. ve tabi ki, su anda butun bunlara hala inanamamalarim.

iste tam o sirada hissettigim, ozgurluktu. sadece ozgurluk. gercek ozgurluk.
benden sadece ben'in sorumlu olmasi.
bu yuzden, dahasini istesem de yapamazdim.
kimse yapamazdi. bu sinirdi. ben zorladim.
iyi ki.

1/2002



herseyi bildigimi sanarak basladim. hicbir sey bilmeden basladim. o zaman, hala, kucuk oldugumun, simdi farkindayim.
herkesle ilk kez karsilastim. cok insanla tanistim, cok insanla kaynastim, bir kacini tuttum hic birakmadim, bazilarindan bir daha hic haber almadim, sadece selamlastim. her gun daha cok insanla selamlastim. derslere girdim, hep erken girdim, gec ciktim. derslerde not almaya calistim, ayni anda hem dinlemeyi, hem yazmayi, hem anlamayi ilk bi ay beceremedim. venue'ye butun sene 5 kere gittim, bu ne bole dedim, hic semedim. istanbul'dan arkadaslarim ziyaretime geldi, cok sevindim, orayi daha da evim, benim gibi hissettim. yanima gelip heycanla 'r u seeing someone?' diyen cocuga, etrafima bakip 'no?!' diye cevap verdim. pazar sabahlari guardian alip okumayi ders bildim, cok sey okudum, ogrendim. kalabaliklar icinde oldugu kadar tek basima zaman gecirmeye alistim, cafe nero'ya gidip saatlerce ders calistim. bu guzel hayata cok cabuk alistim.
cok alistim, cok sevdim, istanbul'a her donusumde orayi ozledim.
istanbul'a her donusumde cebimde daha cok hikaye biriktirdim.
bu henuz herseyin basiydi, daha onumde neler neler vardi, ne hikayeler, ne ozlemeler, ne dersler, ne dostlar..
sadece farkinda degildim.

DUA2

(...)

'kim olacağımı bilememekten ötürü tasalanıyorum; kim olmak istediğimi de bilmiyorum; ama seçmek gerektiğini pek iyi biliyorum. nereye gitmeğe karar verirsem beni yalnız oraya ulaştıracak olan güvenli yollarda yürümek istiyorum; fakat bilmiyorum, ne istemek gerektiğini bilmiyorum.
kendimde bin bir mümkünün var olduğunu hissediyorum. fakat bunlardan yalnız bir tanesi olmağa rıza gösteremiyorum. ve her an yazdığım her sözün, her yaptığım hareketin, çehremin silinemeyecek yeni bir çizgisini meydana getirdiğini düşündükçe ürküyorum. öyle bir çehre ki, bir seçime varamadığından, onu cesaretle sınırlayamadığından kararsız, şahsiyetsiz, korkak olarak tespit edilecek...
tanrım, yalnız tek bir şey istemeyi ve durmadan onu istemeyi bana ilham et.'


andre gide

Friday, May 11, 2007

pass me by.


"kim'in ne'si" oldugunu bilmek
lazim.
cok iyi bilmek
lazim.
gerektiginde gururlanmak,
gerektiginde utanmak,
ona gore davranmak,
gerektiginde ayagini denk almak,
lazim.
bazen herkes gibi davranmamak,
bazen herkes gibi olmaya calismak
lazim.

kimin nesi, oldugunu bilmek hem iyidir hem kotu.
hayatindaki 'kim'leri sayarsin once. sira.sira.sira.sira.
ve onlarin 'ne'lerini. sen ve yaninda baskalari. sira.sira.sira.sira.
uzaktan bakinca gri, yaklasinca mavi.
kimin nesi oldugunu bilmek bunun icin iyi,
hem arkandan ittirir, hem durdurur seni.

bazen bakinca, bazen bazi kim'lerin hayatinda kendini goremeyince,
-eger ki olursa bu-
ne umutsuzluk, ne mutsuzluk;
icinde varoldugun daha degerli hayatlara bakmaktir cikis yolu.
bakmak ve kendini gormek.
guzel gulen, guzel yuzunu.

bazi kim'ler, kimi kim'lerden daha kiymetlidir.
yalana gerek yoktur,
-hic olmamalidir, gerekiyorsa kalp gerceklerden kirilmalidir,yalanlardan degil-
bazi kim'lerin ne'si olusun,
daha cok haz verir.

iste o iki 'kim' carpisinca,
-sen ve o-
cok ses cikar.
gurultu degil ama,
sadece !ses!

hem basi, hem sonu unlemli.
unlem, hayatta onemli.
herseye nokta konmaz.
konmamali.
bazi seyler, oldugu gibi, asili kalmali.



bonus track: something about us/daft punk.
resim: salvador dali, 1971.

Tuesday, May 8, 2007

DUA

a dios le pido, que mis ojos se despierten con la luz de tu mirada,
yo a dios le pido que mi madre no se muera y que mi padre me recuerde,
que te quedes a mi lado y que más nunca te me vayas mi vida,
que mi alma no descanse cuando de amarte se trate mi cielo,
por los días que me quedan y las noches que aún no llegan
que mi pueblo no derrame tanta sangre y se levante mi gente,
que mi alma no descanse cuando de amarte se trate mi cielo
a dios le pido un segundo más de vida para darte y a tu lado para siempre yo quedarme
un segundo más de vida para darte y mi corazón entero entregarte
un segundo más de vida yo a dios le pido;

y que si me muero sea de amor y si me enamoro sea de vos
y que de tu voz sea este corazón todos los días
a dios le pido...



butun duam, bundan ibaret olabilir.

Friday, May 4, 2007

esas cocuk ege soley

istanbul'un hangi kosesinde oldugunu hic hatirlamadigim, karanlik, dar merdivenli bi apartmanin 3uncu katinda bi kapinin onunde, annemin elini tutmus calinan kapinin acilmasini bekliyordum. korkudan, panikten olerek, muhtemelen bunu da cok belli ederek. kapi acildi. iceri davet edildik, salona gectik, oturduk, benim gibi bir kac kucuk kiz daha vardi etrafta. yine de sanirim en telaslilari bendim. oturdugum koltugun tam karsisinda kocaman camdan bir duvar vardi, hicbirsey ifade etmeyen. hicbir seye anlam veremememin yanisira neyi ne kadar yapacagimi da kestiremiyordum. susuyordum. tanimadiklarimin yaninda her zaman yaptigim gibi.

sora biseyler oldu, bir kac cocuk daha girdi iceri, insanlar hareketlendi, cam duvarin arasina gittiler geldiler, hersey cok karisik oldu benim gozumde, cok hizli gelisti, ver ben 5 dakika sonra kendimi o cam duvarin diger tarafinda buldum. daha once hic gormemistim boyle bir yer, nereden gorebilidim ki? o yasta kac cocuk gorebilirdi ki? ama ben hayatim boyunca hep sansli oldum, bu da onun bi parcasiydi, yukardan dusen renkli balonlardan biri...

kocaman bir masa vardi onumuzde, yada o gun onu sadece masaya benzetebildim. ve yaninda kocaman kolonlar, hoparlorler. masanin basinda daha onceden tanidigim bir yuz, kulaginda kulakliklar. onumde iki katim kadar bir mikrofon. arkamda diger cocuklar. cok uzakta goz ucuyla farkedebildigim, biraz once biraktigim koltukta oturan annem. yanimda yine tanidik bir yuz, mikrofonu benim boyuma ayarlamaya calisan. hep gulumseyen, bizi rahatlatmak icin, hatta sanirim sadece beni. korkudan olmemem, yada aglayarak ordan kacmamam icin...
cok denemelerden sonra, mikrofondan sesimiz cam odanin diger tarafina ulasti, bir anda bir muzik yukseldi, ve o an anladim ben isin ciddiyetini.. artik ordan kacmak icin de, annemin yanina kosmak icin de cok gecti. is ciddiydi.
her birimizin eline sarkinin sozlerinin yazili oldugu birer kagit verildi. once benim yanimdaki o tanidik yuz soyledi bize sarkiyi bikac kere, biz onu dinledik. sora bize geldi sira. o anda anladim ki sadece ben degildim panik olan. catlamisti sesler, onca cocuktan cikan sey ses degildi, soyledigimize sarki denmezdi, fisiltiydi, cekinmeydi, heyecandi..
.
.
.
.
cok denedik, cok ugrastik, sonunda yaptik. hepimiz sesimizi yukseltmemiz gerektigini anladik.
soyledik, bitti.
nihayet.
daha dogrusu sadece bana oyle geldi.

-dur bakalim, sen nereye gidiyosun onlarla??
tanidigim yuz beni kapidan cikmakta olan diger cocuklardan ayirip kucagina aldi. cam odaya girdik tekrar. ve ben mikrofonun onunde. tekrar. tek basima.
-bana o arkadaslarinla soledigin kismi bi keren de yalniz soler misin?
-olur...
gene catlamisti sesim korkudan. ama alismistim, biliyordum ne yapacagimi en azindan.
ve diger cocuklar cam odanin diger tarafinda beni izlerken, annem koltukta onlarla bana bakarken, ben artik ezberledigim satirlari tekrar soyledim.
bu sefer cok da korkmadan.
bitti.
nihayet.
ciktigimda garip bi his vardi icimde, hem cok mutluydum, hem hala merak ediyodum bu isin nereye gittigini.
annemin elini tuttum, tam kapida bi zarf uzattilar bana.
kazandigim ilk para.
30 bin lira.
.
.
.
.
hayir tabi ki orda da bitmedi. sarki yapildi kaset cikti, kasedin kagidinda
"esas cocuk: ege soley" ibaresi uzun sure konusuldu cevremde.
klip cekilecek dendi.
neslihan yargici'ya gidildi. bize diktigi bembeyaz elbiseler, ve uzun sure cok konusulan o kocaman bembeyaz sapkalar denendi, giyildi.
arkasindan okuldan izin alindi, ben 3 gunumu klip cekimlerinde gecirdim.
beyaz etegimle, kafamda kocaman beyaz sapkamla bembeyaz sahnede benim gibi giyinmis cocuklarla dans edip sarki soler gibi yaptim. gercekten eglendim.
3uncu gunun sonunda, cekimler bitti sanmisken, butun cocuklar evlerine donmusken, sahne toplanirken, yine birileri kucakladi beni,
-seni bi de yalniz cekebilir miyiz?
yuksek bir tabureye oturdum, karsimda bir kamera, onun yaninda yonetmen, onunda yaninda bir ekran, ekranda ben; ayaklari yere degmeyen gozunden yorgunluk akan ben. ama artik napicani ne soliceni iyi bilen ben.
bi anda yine kendi sesimi duydum biyerlerden, artik sadece agzimi oynatmam gerekiyordu, sadece 4 satirdi, cok az kalmisti, dayanmaliydi yorgunluga.
bikac deneme yapildi, oldu, bitti.
bu kez sadece sadece agzimi oynatiyordum:
bum bum bum
daldan hop dala uctum..
.
.
.
.
hepsi bitti, en zevkli zamanlar basladi. klip ilk kez bir baska gece'de cikti. kendimi televizyonda gordum.
kendi yuzumu. kendi sesimi.
ve en cok o zaman heycanlandim.
o heycanimi da zaten hic unutmadim.

o gun bugun, ikinci bi mikrofon, ikinci bi studyo kafamin bi tarafinda, hayaller dolabinda.
olmadan, olmem. olmicem.

Thursday, May 3, 2007

carp! ma.


iki tren var.
karsilikli yollarda.
biri bi tarafa gidiyo, digeri diger tarafa.

sora bi an geliyo, ikisi ayni anda, ayni noktada bulusuyo.
ikisi de hizli gidiyo ya, birbirlerinin yaninda da oyle hizla geciveriyolar iste.

ama ne hizla.
ama ne hazla o hizda.

ve o hizin icinde, bi anda gelip, baska bi anda yine oyle giden o telas esnasinda,
birbirlerinin camlarindan iceriyi, iclerini gormeye calisiyolar.
oldugu kadar,
gorundugu kadar.
o bikac saniye, veya bizim zamanimizda bikac gun, ay yada yilda ne gorurlerse goruyolar,
digerine dair.

ve sora bitiyo, bi anda.
bitmemesi icin, her ikisininde kilometrelerce uzun olmasi gerekiyo, hic sonunun olmamasi hatta.
o yuzden,
bi noktada mutlaka bitiyo.
huzurlu ama sikici, agir, sessiz yesillik
tekrar basliyo.



tanidik mi?

yaz

Yaz gelirdi, ben kucukken. Gercekten gelirdi. odadan cikip, arkasindan kapiyi kapatip, uzun sure hic gorunmeyen biri nasil giderse, vakti gelince nasil donerse, oyle gelirdi, oyle donerdi. Once sesi cikmaz, sora yavas yavas belirirdi. Biz beklerdik, sabirliydik, dokuz ay sonunda, o uc ay dogardi. Gokuyuzu karninda tasirdi gunesi, gostermezdi, kardes bekleyen cocuklardik hepimiz, gokyuzu, ikinci annemiz.

Hava isinirdi, icimiz isinirdi, gunler isinirdi, gunler uzardi, sokakta oynama iznimle birlikte. Sabahin korunde cikardim evden, televizyondaki amerikan dizilerinin hevesiyle, komsudaki arkadasimi uyandirmak icin camina tas atardim. Filmlerdeki cocuklar hemen uyanip disari bakardi, benim arkadasimsa cam kirilana kadar kalkmazdi…o zaman bu zaman, kirdigim camlarin haddi hesabi olmadi.
Keske hala sadece camlar kirilsa hayatlarda.
Keske kirdigimiz hersey yapissa,
keske bugun yaptigimiz hersey bize yakissa…

Sabahlari kimse sevmezdi, sabahlar bir turlu gecmez hic bi oyunun tadi tam alinmazdi. aksamustu baslardi en mutlu saatler; bize mutlu saatlerin cabuk bittigini ilk aksamustleri ogretti..biz hic ogrenmek istemedik, cunku henuz ogrenmemize gerek yoktu, cunku yarinin da bir aksamustu olacakti, ertesi gunun de, o uc ay boyunca, her gunun bir aksamustu vardi, hepsi onumuzde, hepsi bizimdi..ama o kucuk dunyalarin da, kendine gore dertleri vardi, hayatin, oyunlarin, en heyecanli anlarin sekteye ugramasi an meselesiydi bazen.. herkesin gozu onun uzerindeyken, havalanan top yandaki evin catisina kacardi, kacmakla kalmaz,orda kalirdi. hepimiz cok kuvvetliydik ya nedense yetmezdi hic birimizin boyu oraya, ona ulasmaya. Hatta bazen daha da kotusu gelirdi basimiza, o plastik bakkal topumuz hic yoktan patlayiverirdi, korkardik belli etmeden. Hemen arkasindan kim patlatti kavgasi baslardi, konustukca sisecekmis gibi, kavga uzadikca uzardi…hepimiz cok cesurduk ya nedense yetmezdi hicbirimizin cesareti bakkala gidip top calmaya..para anlamsizdi, bakkal yakindi, o zaman yapilacak tek sey oraya kadar yurumekti.. dusundukce geliyor gozumun onune, yanima birini takip bakkala kosturmam, acele acele. yanimdaki iceri girer amca o ciklet var mi, bu cikolata kac para derken, ben kapinin yanindaki kocaman file torbanin buyuk deliklerinin arasindan bi topu yuruturdum, dunyanin en stresli ani da olsa, en guzel rengi secerdim, topu elime aldigim anda saklanirdim koseye, arkadasimin gelmesiyle elimdeki topa bakmasi, bakmasiyla gozlerinin parlamasi bir olurdu. Ne buyuk gururdu o, ne onemli bir guc gosterisiydi..digerlerinin yanina donerdik, elimizde yepyeni bir top, buram buram plastik kokan, en yeni, en son zaferimiz..

Saatler ucar, zaman gecer, hava serinler, ortalik sakinlesirdi, butun gun kavga edip bogusmus olanlar bile yorgun argin yanyana otururlardi kaldirimda. Zaman kavrami daha oturmamisti kafamizda, aksam neydi, gunduz kacta biterdi, yoktu bunlarin cevabi hicbirimizde. Umrumuzda da degildi, ne kisin sogugu kalmisti artik, ne odevlerini bitirdin mi diyen anne sesi…sicakti, cok sicak, annelerimizse sadece aksamlari yemege cagiriolardi bizi. kan ter icindeki bizi.. Hava hala aydinlikken babalar eve donerdi, tam da o zaman duyulurdu annelerin sesi. Hadi gel yemege, baban geldi! Hep ayni cumle, her aksam, bir babasi olan her evden. Kimse eve donmek istemezdi, kimse uslanmak istemezdi, kimse yine karanligin cokmesini istemezdi. Eve donmek demek yine sozunu dinlemekti, eve donmek demek normale donmek, kurallara boyun egmek demekti. Herkes bunu bilirdi, hic kimse annesinin onu ilk caigirisinda donmezdi. Herkes duyardi ama kimse isitmezdi. Nasil olsa anneler hep oradaydi, nasil olsa bikmadan cagiracaklardi, nasil olsa bizsiz yemege oturulmazdi.. Babalar gorununce pencereden ama, o zaman is degisirdi, alelacele yarin gorusuruz denirdi, kim kiminle ayni takimda olacak, kim kimi nasi yenecek, kim kimden daha guclu kavgalari yapilirdi son kez, sonunda plastik bakkal topunu eve goturme sirasi kimdeyse alirdi onu kolunun altina. bisikletler surulmez, itilirdi artik. Bunlarin hepsi bes dakika icinde olup bitince, sokakta hic bir cocuk kalmayinca, karanlik iste o zaman tam anlamiyla cokerdi..
Sesimiz kalmazdi geride belki ama, izimiz coktu, arayip bulana…
Cok, hala.

O zamanki dertlerimizi ozleyecegimizi, o yazlarin bir daha hic gelmeyecegini bilemeden kostuk, dustuk, kalktik.
bilsek farkli seyler mi yapardik?
yazlari mi uzatirdik, kislari mi durdururduk,
sokakta mi uyurduk?
hic birine yetmezdi ki gucumuz.
Yeter sanardik,
Sandigimiz icin her zamankinden cesurduk.



Bunu hatirlayan var mi?
2004, bologna,
herseyi ozlerken,bir gece araya bir de cocuklugum karismisken.

Wednesday, May 2, 2007

bir tabula rasa olarak luxembourg

enteresan biyer burasi. enteresanligi, hic bir enteresanligi olmamasi. evi duz, yolu duz, insanlari duz, havasi duz, gunesi duz, tasi duz, tepesi duz, agaci duz. dumduz.
hayatimda hic bu kadar duz bi ulke gormemistim. anlatilmaz yasanir.
yasiyoruz biz de. fikra gibi hem de. 6 fransiz, 3 italyan, 3 turk. allahtan bu 12 kisinin hicbiri duz diil. hic biri. o yuzden bu hic duz olmayan 12 kisiyi buraya cagirmislar, ulkemiz cok duz, sekil verin biraz diyolar. geziyoruz, inceliyoruz biz de, nereye ne sekil verilir dusunuyoruz. uc haftanin sonunda dusunmekten fazlasini yapmis olmayi umuyoruz.

Wednesday, April 25, 2007

three to four.

"ben senin cizdigin gemileri sevdim, yesil erik yiyisini, yagmurda islanmaktan keyif aldim, gunes batiminda sana guvenmeyi;
ben senin anlattiklarini sevdim, dans eder gibi yurumeni, simarmayi, sevinmeyi ogrendim, sabahlari guler yuzle uyanmayi.."

ozenle kopardi sayfayi, bunlari yazdi tek tek. yine iki satir, iki uzun satir.
bir kutu vardi kucaginda, arayip, cok arayip buldugu, onca kutunun arasinda icine sinen tek kutu.
ve icinde hediyeler. arayip, cok arayip buldugu, o yesil kirmizi kalabaliklarin arasinda en cok icine sinen bir suru sey.
ne olduklarini dusunse bugun, belki hepsini hatirlayamazdi, ama o gun, oyle cok ugrasmisti ki onlari bir araya getirip o kutunun icine koymak icin, onlardan baska sey yoktu aklinda.
yazdigi sayfayi kutunun kapaginin icine yapistirdi, kutunun icine son defa bakti, icindeki cercevenin ucundan kendi yuzunu gordu, gunesin altinda, gulumseyen yuzunu. sagina donmus, ona bakan yuzunu. kutuyu kapatti.

.......

aksamdi. yilin son aksamiydi. kimbilir hangi yilin. o gun herkes cok iyi biliyordu hangi yilin son aksami oldugunu, ve bir kac saat sonra hangi yila baslanacagini. yeni yilda herkes zayiflayacakti, kus oldugu akrabalarini arayacak, bikac kursa yazilacak, anne babasina daha iyi davranacak, daha iyi bir insan olacakti. herkes telasliydi. herkesin telasi baskaydi. kutu yerinde sahibi bekliyordu, yeni yil gelmeden, sahibinin gelmesi gerekiyodu.

.......

yeni yil geldi. televizyonda rengarenk tuvaletli, bol makyajli kadinlar sarki soluyodu. bikac kanal da, yaraticiligin sinirlarini zorlamis, on yil onceki yeni yil programlarini yayinlamis, bize o zamanlari hatirlatip bizi mutlu edecegini, eglendirecegini planlamisti. plan basarisizdi. olmus olan en sessiz, en acikli, en yalniz, en caresiz yilbasiydi. o gece, ayni numarayi, kac kere cevirdigini kendisi de unutmustu. o geceye dair unuttugu tek sey bu oldu.

........

yeni yilin ilk gunuydu. kutuyu acti. icini bosaltti. kapagindaki kagidi cikardi yerinden, avcunun icinde burusturdu, cope atti.
icinden cikanlara tek tek bakti. onlara bakanin o olmamasi gerekiyodu. baskasinindi onlar, baskasi icindi.
baskasi yoktu ama. hic gelmemisti. telefon calmis ama hic acilmamisti. acilan kutu olmustu. kapandigi yerde, kapatan kisinin elleriyle.

.........

o yil o insanlarin hicbiri zayiflamadi, kimse kimseyle barismadi, kimse daha iyi biri olmadi.
cizilen gemiler denize atildi, eridi, kayboldu, sabahlari guleryuzle uyanmak bi sure icin hayal oldu.
ve bu hikaye burda bitti.
o zaman anlamak biraz zor olsada,
tam orda bitti.

Tuesday, April 24, 2007

ever tried.
ever failed.
try again.
fail again.

fail better.



hala bu beş satırı okumayan kalmışsa diye, artık kalmasın diye.
aslında herşey bundan ibaret.bu 5 satırın sahibi de samuel beckett.

Monday, April 23, 2007

turk olmaktan gurur duymami saglayan bisey daha buldum; kunefe.
allah basimizdan eksik etmesin.

Monday, April 16, 2007

absolut canterbury.





ozledigim seyleri satir satir yazsam yanyana, burdan oraya yol yapabilirim.
bilerek yazmiyorum, yanyana koymuyorum, cunku o yoldan gecmeye, oraya donmeye su anda cok korkuyorum.
sadece sunu biliyorum,
hayatimda o kadar mutlu oldugum baska bir zaman dilimi hatirlamiyorum.

ben ki, kendimi bildim bileli hep bisiler yaziorum, derdimi yalniz bole anlatabiliyorum, anlattikca hafifiliyorum, yazmassam kum torbalarina yeniliyorum omuzlarimdaki...ben ki, ne istesem yapiorum, inat ediyorum beceriyorum...sadece, hala, henuz; oraya ait tek kelime edemiyorum. denemedim mi, denedim cok sefer. yapamadim. su anda da yapamiyorum. gozlerimin doldugu kadar ellerim dolsa diyorum, dedigimle kaliyorum. burdan oraya bakmak, her seferinde oyle anlamsiz kaliyo, ben kendimi her sferinde oyle caresiz hissediyorum ki, oraya ait yuzlerce fotograftan sadece bu ikisini secebiliyorum buraya koymak icin, gerisine elim gitmiyo, digerlerini sadece o fotograflardakilerle paylasabiliyorum, digerlerinin getirebileceklerinden, aksamin bu saatinde korkuyorum..

daha ne kadar?
bilmiyorum.

bu neydi peki?
bilmiyorum.

Sunday, April 15, 2007

...!!!!!..?!......

o an,
ama tam o an,
bi sessizlik oldu, korkutucu.
ve tam o an,
benim gozlerimden bi gürültü koptu.
tek kişi duydu.

zaman durur derlerdi, inanmazdım.
durdu.

bazen.les amants.herseyin ustu hep kapali.


bazen gidemezsin.
bazen donemezsin.

sarhosken, beynim dakikada otuz aforizma uretirken, hic biri biseye benzemiyoken, bi anda tak diye bunlar dustu kafama. tak diye dusenler ses cikardigi icin, unutmak zor oluyo onlari. unutmadim ben de. bunu kim anlar, kime soylesem bana soru sormaz, bos bakmaz diye dusundum, aklimdan gecenler uzakta kaldi, soylemedim ben de kimseye. kimse ne dusundugumu bilmedi, ben kimsenin ne dusundugunu bilemedim. sormak istedim, cekindim, ben zaten kibarlik yapmam ve yapmamam gereken yerleri hayatim boyunca ogrenemedim.

bazen gidemezsin, bazen donemezsin.
bazen napicani bilemezsin. bazen de yapacak birsey yoktur zaten, ama sen bunu goremezsin.

gidemedigim oldu. ama her zaman donememelerimden daha az. ben hep yapmayi, gormeyi, gitmeyi, bilmeyi ve bunlarin sonuclarina katlanmayi sevdim cunku. ama yine de, gidemedigim oldu. uzakta kaldigim. uzaktan baktigim. o kadar uzaktan gorunmedigim, farkedilmedigim zamanlar oldu. ben kendim mi istedim bunu, hani hep gitmek lazimdi? evet ben kendim istedim bunu. cunku gitmek demek savasa girmek demekti cogunlukla, bu 'ben' bunu savas gibi yasamaya alismisti uzun zamandir, ve yorgundu. uzakta kalmayi, uzaktan bakmayi tercih etti, zamani geldiginde. iyi miydi bu peki, korumak miydi kendini, savasmadan, uzun yasamanin caresi miydi? hayir. bunu da biliyodu 'ben', istedigine uzaktan bakmak, istediginden uzakta kalmak, daha cok can acitirdi bazen, savasta kiliclar vardi, yirtan, kanatan, aglatan, kopartan, kesen. ama burda, uzakta da sesler vardi, sozler, resimler, cizgiler, fikirler, hepsi ben'in aklinda, hepsi o akli yerinden oynatmaya ayarlanmis. uzakta olmak care degildi, ama bazen gerekliydi. bazen yapilmasi gereken tek seydi. bazen, eger yapacak birsey yoksa, uzakta kalmak tek dogru hareketti.

donemedigim de oldu. cok. cunku cok gittim. her gittigin yerden doner misin? ben donemem. kalirim. hatta bazen, git derler gidemem. yuzsuzluk mu bu? bilmem. ama donmek o kadar kolay olmaz. tamam, basladigin noktaya donmezsin hicbir zaman, zaman gecer, pantha rei evet, ve basladigin nokta baska nokta olmus olur. ama yine baslangictir. ve baslamak zordur. her zaman. yeni zordur. alistigini birakmak, donmek, yeniye baslamak, cok zordur. ya da bazen, yeniye baslamayi istememek degil, sadece oldugun yeri sevmek, sevmek, sevmektir. birakip gidememek, donememektir. onu tanimadigin, onu bilmedigin, onun olmadigi bi hayata donmek istememektir. bunu herkes bilir. lafi cevirmeye gerek yok, ne kadar asik olmussa, o kadar cok.



o kadar cok.

Thursday, April 12, 2007




irak'i hala saddam yonetiyordu, henuz yerle bir olmamisti koskoca heykelleri. istanbula metro gelmemisti, tarkan amerika'ya yerlesmemisti. hip hop rnb dinlenmezdi, 50 cent bilinmezdi, oasis dinlenirdi, blur dinlenirdi, take that dinlenirdi. cep telefonumuz yoktu, belki de oyle bir fikir bile olusmamisti henuz kafalarimizda. 'o an'i o andan 3 saniye sonra gostermezdi fotograf makinalarimiz, ve onlari gozumuzden uzakta tutup cekmezdik fotograflarimizi, gozumuzu, yanagimizi dayardik makinaya. henuz bu kadar isinmamisti kuremiz, henuz bu kadar kirlenmemisti cevremiz, icimiz, denizimiz. gozlerim henuz bozulmamisti ve kemal sunal henuz olmemisti. fransa brezilya'yi yenip dunya sampiyonu olmamisti ve bu kadar yuksege buyumemisti istanbul, leventte gokyuzunu gormek icin biraz ileri bakmak yeterdi, basini yukari kaldirmak mecburi degildi. en ugursuz yil henuz gelmemisti, binlerce insan gece 3u 2 gece canli canli topraga gomulmemisti. o iki ucak o iki kuleye saplanmamisti daha, butun dunya cildirmamisti, george w bush baskan olmamisti. ipod ne demek kimse bilmiyordu, ' there is no spoon' cumlesi hicbir sey ifade etmiyordu. lord of the rings diye bir film yapilmamisti, harry potter'i hic kimse tanimiyordu.

universite fikri cok uzaktaydi bize, bitirilmesi gereken koskoca bir lise vardi onumuzde. fen dersi uce bolunmemisti, fizik, kimya, biyoloji yoktu, sadece 'fen' vardi. sonradan biten arkadasliklar henuz kurulmamisti. sadece 'dogmus' arkadasliklar vardi, olmasi gereken, kendiliginden yolunu bulan. sevdiklerimizi kaybetmemistik henuz, kaybetmenin anlamini ogrenmemistik. ozleyecek cok fazla seyimiz yoktu, sahip oldugumuz, bildigimizdi. yanimizdakiydi, elimizin altindaki, gozumuzun onundekiydi. herkesi cok iyi sanmasak da, insanlar hakkinda cok fikrimiz yoktu. hayat hakkinda da. mutluyduk.

mutluydum. henuz kimseye asik olmamistim, ilani ask etmemistim, napicani bilemez hale gelmemistim, asktan aglamamistim, asktan gulmemistim. ozlemek nedir ogrenmemistim, midemin dibinde o tortu olusmamisti, dusundukce o tortuyu her sefer ayaga kaldiran uzakliklar da. yillar sonra bir gun yola cikip da, uzaklara gidip de, orda bi hayat kurmak, kendi evine misafir gelmek yoktu planlarimda. yada alisamamak kendi sokaklarina, duvarlarina.

hayat daha az seyden ibaretti, hayat daha basitti, hayat daha temizdi.
biz daha az seyden ibarettik, daha basittik, daha temizdik.
beraberken, hala oleyiz.




* bu yazi, resimdeki uc kardese ithaf edilmistir.

Tuesday, April 10, 2007

ego eimai ege.

mesela,

yuvadayken sınıf arkadasıma asık olup, babasına benim kayınpederim olur musunuz? diye sordugumu, kendime aldığım ilk albumun new kids on the block oldugunu, kitapları cok hızlı okudugumu, hayatım boyunca resim cizebilen insanlara hayran olup, resim cizebilsem sürekli birseyler karalayıp karalamayacagımı her seferinde tekrar düşündüğümü, çukulatam ne kadar küçük olursa olsun birazını yiip geri kalanını mutlaka eme eme bitirdiğimi, küçükken madonnayla michael jackson'ı evli sandığımı, taksicilerle muhabbet etmeye bayıldığımı, her gece dua etmeye calısıp cogunda basarısız olup uyuyakaldıgımı, kucukken de dua ettikten sonra ev adresimi sölediğimi, çok uzun yaşamak istediğimi, her okuduğum kitaba mutlaka adımı ve okudugum tarihi yazdığımı, 7 çift paramparça beyaz converse'im olduğunu ve onları inatla sakladığımı, çayı sadece cam bardakta içebildiğimi, bodrum mandalinasından nefret ettiğimi, tesadüflere inanmadığımı, ağaçların üstüne yeni yağmış kardan yemeye bayıldığımı, pulp fiction'ı hala seretmediğimi, dünya üzerinde beni en çok etkileyen yapının berlin duvarı olduğunu, ıslık sesinden hic haz etmediğimi, hiç ısıtmasada dr. martens botları butun botlara tercih ettiğimi, hep bas gitar çalmak istediğimi, kursun kalemle yazamadığımı, ölümden çok korktuğumu ama 20 yaş dişlerimi çektirmekten daha da çok korktuğumu, yavas yuruyen insanlara sinir oldugumu, şarkıcı olamayacak olsam bile, bir gun bir sahneye cıkarsam soylicem tek sarkının ella fitzgerald - cry me a river olacağını, italyan lisesi'nin ruhuma cizdiği o karısık ama kişilikli çizgileriyle hep gurur duydugumu, erkekleri her zaman kızlardan daha 'tuttuğumu', dövmemi neredeyse omzumdan daha cok sevdiğimi,mükemmelliyetçiliğin beni çok yorduğunu, en büyük korkumun asansörde kalmak olduğunu, six feet under'ın son bolumunu 8 kere seredip her seferinde yarım saat ağladığımı, bana geçmişi hatırlatan en büyük gücün kokular olduğunu, 4 sayısını çok sevdiğimi, eski türk filmlerinde esas kızla oğlanı diil sadece eski istanbul'u serettiğimi, sahip olmak istediğim tek arabanın jaguar sovereign 1987 olduğunu,freddy mercury'i çok sevdiğimi, beni her an her yerde ağlatabilecek tek şarkının caruso olduğunu, mona lisa'nın özelliğini asla anlayamadığımı, kertesz'e, escher'e, keith haring'e, rothko'ya çok hayran olduğumu, swatch koleksiyonu yaptığımı, bu ortaya cıkan yazıların on katını üstüsüte defterlerde saklı tuttugumu, salsa, çaça, tango, vals türü her türlü salon dansına sinir olduğumu, latinceyi çok sevdiğimi, iki katlı otobüslerde üst katta en önde oturunca hala çocukça bi mutluluk duyduğumu, şeftali yiip suyunun dirseğime kadar akmasını umursamadığım günleri özlediğimi, bütün kızlar gibi ofsaytın noldunu hic bi zaman anlamadığımı, saat tik takıyla asla uyuyamadığımı, ingiliz aksanına, ingiliz yağmuruna, ingiliz dizilerine, ingiliz snobluğuna bayıldığımı, lisede hastalıktan gebersem de sadece eğlence için okula gittiğimi, hayatta en sevdiğim 2 filmin you've got mail ve love actually oldugunu, herşeyi öğrenmek, herşey hakkında fikir sahibi olmak istediğimi ve bunun için gerçekten çok çabaladığımı, türkiye'den uzakken sadece zeytinyağlı biber dolmasını özlediğimi, rio de janeiro'ya gitmek istediğimi, kaslı vücütlu erkeklere sinir olduğumu, gülmekten gözlerimin etrafında şimdiden çizgiler oluştuğunu ve bunu hayatın herkese vermediği özel bir armağanı olarak kabul ettiğimi...

biliyo muydun?
bilmekle ilgilenio muydun?

bilmem.

tut.


(...)
"ondan bir cıkarım var mıydı? yoktu. işte burada soruna yakından bakmak gerekiyor zaten, en yogun şüpheler burada ortaya cıkıyor. şeytan herşeyin çıkarla, bayağılıkla, hesapla gerçekleşmesini ister. böyle olmadığını sezdiğinde acı çeker, kusar şeytan. onu bu vaziyette görmek güzeldir, kaskatı kesilir, büzülür, eşelenir, casusluk yapar, iftira atar, huzursuzlanır, salyalarını saçar, tekrar tekrar aksini ispat etmeye çalışır. bölmek, hüküm sürmek, ayırmak için uğraşır. hiçbir kanıt onu etkilemez, hiçbir şey onu ikna etmez. şeytan kendi dersini bellemiştir; herşeyin ve her bireyin bir fiyatı vardır, her şey satılabilir veya satın alınabilir. şeytan mı dedim ben? büyük harfle mi? bu aptalca mı? olsun. şeytan vardır, kendisiyle yüz defa bizzat karşılaştım. tanrı'nın varlığı ise daha az kesin, gizli bir eğilimdir belki de. şeytan polistir, tanrı ise kanun kaçağı: bu çok komik."


uzun zamandır hiç bir kitap beni bu kadar çok düşündürmemişti.

Monday, April 9, 2007

947

arkadasım dedi ki simdi mesela, sen birini seviyosun, adam sana diyo ki, ben mozambik'e yerlesiyorum, gel benle oraya...sen kesin gidersin!
baskaları gitmez mi ki? dedim.


gitmezmiş,
genelde gidilmezmiş.
kendini dusunurmussun biraz, butun hayatını baskasına baglamazmıssın.
baglanmazmıs.
ben hayatımı baskasına bagladıgım icin gitmem ki, gitsem.
nefes almak icin kalp gerekmez mi insana?
o kalp kalkıp giderse mozambik'e, ben onu mu beklicem burda?
istesem de kalamam ki, nefes alamam ki, yasayamam ki.

anlamak o kadar da zor degil aslında. iki kuvvet var, bi mıknatıslı uç, bir sabit uç. ben nedense, -belki de dogustan- hep mıknatıslı ucum, sabit duramıyorum, gidip bi sabit parcaya tutunuyorum. az cekerse az, cok cekerse uzun kalıyorum ustunde. ama sonunda ya o bırakıyo dusuyorum, ya ben atlıyorum. dengeler cok basit. yeryuzu bile her gun kendine cekmekten bi gun usanip birakiveriyo bizi, dusuyoruz, kaldıgımız yerden bizi alıp, onca yıl bizi inatla kendine ceken yeryuzunun derinlerine yerlestiriyolar bedenimizi. bi daha da hic ayrılmıyoruz ondan, onca yılın borcunu oduyoruz....onun icinde eriyoruz, onda kayboluyoruz, ona karısıyoruz, o oluyoruz.....


(...)
mi manchi tanto amico caro davvero,
e tante cose son rimaste da dire.
ascolta sempre e solo musica vera,
e cerca sempre se puoi di capire...



sölicek hicbiseyimin kalmadıgı bi gun, olmasın.
her turlu can acısına ragmen, ozlediklerim bitmesin.
calan sarkılar hep birseyler hatırlatsın.
ve herkes anlattıklarımdan baska birsey anlasın.


ama sanırım bugun hicbir sey anlatamadım.
siz gene de böle sevin beni!

Sunday, April 8, 2007





ISTER GUNES ALTINDA CAY ICIP MELEK OLALIM,
ISTER ICKIDEN NAPTIMIZI BILEMEYIP ASFALTLARA YATALIM;
HER TURLU,
LIFE TASTES MUCH BETTER WITH YOU!
847

bugun, aydinlikken hava, sicakken, ben daha bu mevsimde bu sicaga sasarken, bi sarki caldi. oyle mutlu etti ki beni, ve oyle kendime yakin hissettim ki, ustuste, ustuste dinledim, o kalabaligin ortasinda yurumeye calisirken........

(...)
durdum, sustum, gulumsedim,
gozumu actim,
ben degistim..
(...)

o kadar, o kadar bendi ki bu, daha once bunu hissetmedigime once sastim, sora da dedim ki, belki de o zaman gercek degildi bunlar, simdi gercek oldu. uzun zaman oldu kendi kendine gulumsemeyeli, uzun zaman oldu gozunu acmayali, hem daha once hayatinda hic bu kadar cok degistirmedin ki kendini. dogru dedim, bunlar dogru, ama simdi dogru, daha once sadece, sarkiydi....
o kalabaliga yakisti bu sarki.
o kalabalikta ask yoktu, ask aptallikti.
ve ben, hayal bile edemezdim bunu.

--

ondan 5 saat sora, cok baska biyerde, baska bi sarki caldi. hic beklenmedik bi anda, hic beklenmedik bi sarki. itti beni, ben dustum. daha fenasi, dustugum yerde kaldim, yine, ustuste ustuste dinledim, tek basima, bos eve donmeye calisirken.........


(...)
do you really think i'm made of stone baby? come on
do we only love the thing we own baby? you're wrong
certain things just happen when you make no plans
love can really tear you up and it can break you down
(...)

o kadar bir sey soyleyemedim ki bunun uzerine, gozlerim daldi, uzun uzun ayni yere baktim. aslinda ayni yere baktigimi sandim, o yer hep degisti, akti gitti. sora kendime dedim ki, daha once de yapmistin bunu, yapma. ya gercekten bak, ya gozunu kapa.

bu sehri ne kadar cok sevdigimi dusundum.
arkadaslarimi ne kadar cok sevdigimi dusundum.
kendimi ne kadar cok sevdigimi dusundum.
hayati ne kadar cok sevdigimi dusundum.
sevdigim ne kadar cok sey oldugunu dusundum.
ve bunu dusunmenin beni ne kadar mutlu ettigini dusundum.

sora bi anda, birisi bana yapmami soylemis gibi, cantamdan kucuk moleskine'imi cikardim, en sevdigim, cizgisiz, kucuk kara kapli defterimi. hala bitmemis olan defterimi. icinde neler neler cizili olan, ama kendime ait tek satir bir sey yazilmamis defterimi. basladigim gunu hatirladim, ilk sayfada yazan beckett ve twain'in sozlerini okudum. yaptiklarima baktim, yaparken neler dusundugumu animsadim. en son dolu sayfaya geldim, 2 tane telefon numarasi ve altinda o numaralarin sahibinin imzasini buldum, o gunu hatirladim. o gunden bu gune o deftere hicbir sey yazmamis oldugumu, cunku o gun bi devrin kapandigini ve o defterin de o devirde kaldigini gordum. yanindaki temiz sayfaya da aynen bunu yazdim.
o defter bugun kapandi, cunku zaman akti.
tek dogru vardi, pantha rei, ve bunu kabullenmek zamani simdi.
kalan beyaz sayfalar da, yasanamayanlar. her hayatta oldugu gibi.

ama ben, bu kadar kuvvetli olsam da, hala aglamak istiyorum.
baby, we're done.

Thursday, April 5, 2007

'cok iyi hatirliyorum' diye cumlelere baslamak, bitirirken o ani o an gibi yasamak, sora I remember december! diye sarkilar yapmak, her hatirladiginda, what the hell do you want demek, nefret etmek, asik olmak, asik olmaktan nefret etmek, nefret etmeye asik olmak....yorar, yorar! kafiye olsun diye degil, ama cok soru sorar, susmaz, sorar sorar bogar........iyi degil hatirlamak, iyi degil hatirlamalarla yasamak, iyi degil agzinda hep ayni tadi tasimak, gozunden ayni yasi akitmak, yuregine ayni tasi tasitmak............hem bil ki, kalbinden bahsederken yurek demek, orda bi aci var demek. lisedeyken, daha herseyi basindayken, yilmaz erdogan demisti ki, kalbim bir etten organ sadece, kalbim yuregim olur sen gelince. dokunmustu bu bana. kalbim mi, yuregim mi var bilememistim, dusunmemistim, farkedememistim.
gec kalmistim. kossamda, yetisemezdim.

bi tane duvarim vardi benim. ben ustunde otururdum. ayaklarimi sarkitirdim asagi,degmezdi yere uclari. cocuklugumdan beri, ayaklarim hic yere basmadi, yetisemedim. ama otururdum gene de. mutluydum ya yalniz, biri gelip hikayeler anlatinca da dinlerdim, hosuma giderdi, guzel seyler anlatsinlar isterdim, duvarin ustunden gordugum yetmezdi, ardini arkasini soylesinler isterdim. onlar gidince, yalniz kalirdim, etrafima bakardim. saga, sola, asagi. yukari bakamazdim, gunes vardi, gozumu alirdi, gozumu kisardim, oyle de bakmanin bir anlami olmazdi. asagi dogru bakinca, duvarimin renklerini gorurdum, hep farkli, ama hep renkli olurdu. bakardim kim neler cizmis diye. anlam veremedigim sekiller, cok iyi tanidigim resimler, uzaktan gozumun isirdigi yuzler. ne renkliydi, ne guzeldi hepsi. severdim. beklerdim yeni resimler cizsinler diye, yeni renkler ciksin ortaya diye. cikardi da. severdim. sevilirdim. sevinirdim.

bi gun ogretmen sinifta dedi ki,'' o duvarin iki tarafi tamamen birbirinden farkliydi. iki taraf birbirini hic tanimazdi bir taraf sirf kendi yasar sanir, digeri dunyanin orda bittigine inanirdi. bir taraf renkliydi, bir taraf gri. bir taraf kosar, digeri susardi. bir taraf yurur, ilerler, digeri sessiz, beklerdi. ikisi de birbirinin varligini hissederdi ama, goruntusunu karsisinda bulmaya yanasmazdi. baris var miydi arada? yoktur. savas? o da. iki taraf da, gucunu kendine kullanirdi, iki taraf da o dili sadece kendi kullaniyor sanirdi.
neydi peki ortak noktalari, nedendi bu kopukluklari, bilen var mi?''
o sessizlik, hic konusmadi. kimse bunun cevabini bulamadi.

dedi ki, o duvarin dibinde hep kopekler dolasirmis, uzerinde helikopterler, kenarlarinda kuvvetli isiklar, ve saginda solunda polisler. ama ozgurluk, ama duvarin diger tarafina olan merak, bilinmeyene buyuyen ask, oyle buyukmus ki, helikopterler ucadursun, insanlar tuneller kazmis o duvarin altindan, avuc avuc toprak birakmislar arkalarinda, gitmis, gitmisler, burunlari tekrar oksijen soludugunda, diger taraftalarmis. renkli insanlar griye doymus, griler renklere konmus. neye yaramis bu? zaten o duvarin yikilmasina bu kadar az kalmisken? zaten yillardan 89ken.. zaten bir devir kapandi kapanacakken..neye yaramis bu..yaptim demeye. ben oteye gectim, oraya gittim, herkesten once gordum demeye.yaptim demeye. yaptim. yaptim yaptim.
uzdu beni bu duvar hikayesi. ve onun cevresindeki hayatlar. hep uzdu. keske dedim, yikildigi gun orda olsaydim. yikildigi gun bi tarafi gri, bi tarafi renkli bi duvar parcasi dusseydi ayagimin ucuna, alsaydim. keske dedim, onu hep saklasaydim. keske dedim, bunu birilerine anlatsaydim. keske dedim, o birilerinin bunu anladigina emin olsaydim.

benim duvarim da boyle olur mu dedim, olmaz dediler, o cok buyuktu, cok insani ayirdi, cok insani kirdi, cok insani boldu dediler. ben dedim, bolmedim kimseyi, kirdiysam da, farketmedim. hem daha cok vaktim var benim, daha cok resim cizilecek, daha cok renge ihtiyaci var duvarimin dedim. oyle tabi dediler, gulduler gittiler. ben yukari baktim, gunes batmisti, gozlerimi kismaya gerek yoktu ama, gorecek birsey de kalmamisti......

'keske olsa, ben kismaya raziyim gozlerimi' dedim icimden...
icime inanamadim.
ama caktirmadim..



(...)
then something unusual, something strange comes from nothing at all,
i saw a spaceship fly by your window did you see it disappear?
.

Saturday, March 31, 2007

SO '90S AND WHAT IT RECALLS.

3 tane sarki caldi arka arkaya. so 90's.
where the wild roses grow. - nick cave&kylie minogue.
wannabe. - spice girls.
don't speak.-no doubt.

ucunun de baslangicinda bana hissettirdiklerini yazmaya karar verdim, baktim sayfa onumde hala acik, beyaz kelimesiz duruyo. su anda basliyorum, ucunun de hatirlattiklarini hatirlamaya, solediklerini solemeye, dusundurduklerini dusunmeye.

kylie minogue'u hep cok sevdim. kucuklugumden beri dunyanin en guzel kadini o benim icin. baska hic kimse gecmedi onun yerine, gecemez de sanmam. gozleri hep parlak o kadinin, saclari hep parlak, kiyafetleri hep parlak. hep cok sevdim. sora bu sarkiyi, vaktinde nick cave'le soylediginde, ben farkinda degildim, cok farkli biyerde, cok farkli biriyle duymustum ilk kez hayatimda. kylie minogue ne guzel diil mi? diye sormustum sesini duyunca sarkida. bu da cok guzel sarkidir..demisti bana o. bu sarkiyi birlikteyken her duydugumuzda bu iki cumleyi hep kurduk. nick cave'in sesi yara acar, kylie minogue pansuman yapardi bu sarkida. hosumuza da giderdi. ilk genclikte yaralanmak herkesin hosuna gider icten ice, nasi olsa tenin tazedir, kanin aksa da durur, ve yara izlerinin diger bir adi da her zaman gururdur. buyudukce istemessin yaralanmak, cunku o zaman toparlanmak, kani durdurmak daha zordur..

orta bir miydik neydik. butun dunya kizlari sarsilir da biz eksik kalir miydik. ben en cok sporcu kizi severdim, oburleri cok suslu gelirdi bana. cok da severdim bu sarkilarini, gerisini cok bilmezdim de, herkesle beraber dinlerdim iste. number one tv yeni cikmisti, ozgurle burcin program yapardi, bunlarla ayni zamanda bi de george michael'in outside sarkisi meshur olmustu hic unutmam. bi onu bi bunu calar dururlardi. ne zaman turkiye'ye gelicekler, yeni kliplerini gordun mu, aslinda sarisin olanin saclari boyaymis, geri eskiden turkiyede tv'da calisiyomus, sporcu olan aslinda hic spor yapmazmis da imaj olsun diye ole giyiniyomus falan...bunlari konusur dururduk. ne onemli konularimiz varmis. noldu sora bu kizlar? hepsi bi tarafa gitti, ben gene en cok sporcu olanini sevdim, hatta never be the same again diye sarki yapti, cok tutmustum onu da. ama noldu, o da bitti..

bunda kesin orta ikiydik, sahne sahne gozumun onunde. ikodaki kirik dokuk kaset calarda butun gun bunu dinlerdik, tenefus olurdu masanin ustune cikarirdik o gri aleti, acin acin sesini derdi biri hemen ordan, butun sinif bunu dinlerdik, basa sara sara. bahceye cikarirdik, orda dinlerdik, kantine giderdik orda dinlerdik. toni braxton unbreak my heart bunla ayni zamanda cikmisti ama o pek ragbet gormemisti. sevmiyen yoktu bu sarkiyi. bu sarisin kiz gruptaki o esmer adamla berabermis ona yazmis bu sarkiyi yaaa diye herseyi bildigimizi de her an belli ederdik, etmesek ayip olurdu. yerine yeni yeni oturan ingilizcemize de yakismisti, you and meeee, used to be togeether diye diye gezinirdik ortada. hepimizin mutlu oldugu, belki de herkesin tek mutlak paydasinin bu oldugu iko zamanlari ve simdi kime sorsan, o gri kasetcalari ve onda dinledigimiz bu sarkiyi hatirlamamasinin imkansizligi...

Saturday, March 24, 2007

salak oldum bu ilaclar yuzunden. alisik da diilim ki, bunyem sasti bu duruma. bende dedim ki ona, sen insan bunyesisin, insanin basina hersey gelir, atesi de cikar, bogazi da siser, cok abartirsa disi bile duser. alis artik bunlara, kac yasina geldin. o hicbisi demedi tabi, hep ben konusuyorum zaten onun yerine. ama anlasiyoruz, severim keratayi. seviserek evlendik. bole derler ya. hayir hic demezler.

bugun televizyonda, 8349052934939uncu defa hangi film vardi bilio musun? hani kadir inanirla mujdat gezen kardes, mujdat gezen sarkici, param yok pulum yok diye bi sarki soluyo, kadir de futbolcu sora fenere transfer oluyo. bole evlerinde de bi duzenek kurmuslar, babalari hulusi cartman gelince gitar kutusunu kimya deneyine donusturuyolar adam da bunlarla gurur duyuyo da sora foyalari meydana cikio falan. cok enteresan hic sikilmiyorum bi filmlerden ben, gene olsun gene serederim. hatta bugun de farkettim, gerzek gibi de guluyorum konusmalara falan. bide hayat sevince guzel var. aptal kiz koye gelio herkesi mutlu edio, sakat kadini yurutuyo sora kasap manav terzi hepsi sokakta dans ediolar ya hani. o da efsane bi filmdir. dividisi ciksa kesin alirim. ilerde cocuklarimiza serettirirz, bakin biz bunlarla buyuduk diye. yok ya dusundum de, heralde hic hos olmaz. evet vazgectim, almam. alsam da cocuguma gostermem. saklarim. ben oldukten sora bulunsun.

sora bi de mesela, cuma gunu tv da bi programda bi adam cikmis, yaninda bi kiz, obur tarafta da tek basina baska bi kiz, o tek basina baska kiz dio ki, beni kandirdi, benle iliskiye girdi sora da benle evlenmedi gitti buna! adam hic bisi demiyo, millet bu konuyu tartisio filan, sora adam cok sikilmis olcak ki bu muhabetten bi anda, e kizim sende vermeseydin o zaman 10 sene! dedi. bana gelen kallarin kat sayisi cogaldi bu noktada. sora ismail turut aldi mikrofonu, senin baska ne hazinen var niye onu kocana saklamiosun da veriosun baskasina! diye cigirdi. kiz cok utandi. bende olsam bende utanirdim. obur kiz hic utanmadi ama, dedi ki ahmet (attim ismini afise olmasin ayip) benden hic ole bisi istemedi dimi ahmet ben onla evlenicem kendimi ona sakliyorum. bende aferim dedim burdan kendisine. saklasin kendisini. hatta o kadar iyi saklasin ki sora saklandigi yeri unutsunlar, hic bulamasinlar. amin.

bak simdi eglencenin anahtarini acikliyorum. simdi televiziyada zap yaparkene her kanalda ayni sureylen durulur. misal 3 saniye. sora digerine gecirlir, sora digerine, boyle gider. her kanaldan duydugun seyler kafada alt alta yazilir, sora cumle artik nerde bittiyse okunur. mesela ben simdi yaptim, sole bisi cikti, "avrupa standartlarinda adam gibi adam, 2008de sona erecek". ne kadar eglenceli dimi? butun minibuscu meslektaslarima cok tesekkur ediyorum. yok bunun tamami tek bi kanalda soylendi su anda. fokus tivide. ayni tivide pinar altug da var su anda, masalahh at gibi kadin, ne uzun, sayesinde programin dekoru gorunmuyo, safi kendisi. keske para harcamasalarmis dekora filan. gerci belki de harcamamislardir, dekor yoktur, gormuyoruz ya, atmiyalim.

cok eskilerden cok guzel bi goruntu geldi aklima bi anda. gece ruyamda gelseydi, goruntu diil kabus olurdu ama neyse. simdi terete zamani, bir baska gece hayatimizn tek atraksiyonuyken, ebru gundes bi gece ben tanri misafiriyim adli parcasiynan evlerimize konuk olmustu ( hemde kiz tanri misafiriyim diye aglak aglak gelmis, acmasak kapiyi cok ayip ederiz). neyse. bu bole uzun siyah bi elbiyse giymis, ustunde ne var hatirlamiorum ama tam bole omzunun ustunde bi gul var, ama allah seni inandirsin oooo kadar buyuk bi gul ki, kizin yuzunun butun yaninda bu gul duruyo. simdi annatamadim tabi, ama bak sole dusun, gul o kadar buyuk ki, bole kizin yuzunu sol taraftan resmen ittiriyo, bole soldan soldan yuzu burusmus kizin. sor bana bak yaparim size reel hayatta bu sahneyi. aksam aksam gelmis kiz, yuzunun sol tarafi gul, ben tanrriggg misaafiriiiryiiimm diyo. insan acir da alir iceri, cikarir o gulu, kurtarir kizi bu zulumden. ayip ama. hadi dagilin simdi.

annem simdi dedi ki sen blog yazarken ki leri de leri ayri yazio musun. bende dedim ki, gelirse. ne demek gelirse, o gelmez, sen getiricen. ama hastayim ben halim yok. su anda agriyan noktalarimi saysam, bi insanin vucudunda kac nokta agiriyabilir, bunun cevabini bulabiliriz. zekice bi cumle kurdum, bakalim anlayabilicek misin. ben kendim kurmasam, anlamazdim mesela. olur ole arada.

hadi ben makarna yiim.

Tuesday, March 13, 2007

ayinesi iştir kişinin, laf bakılmaz.

sabahları hep aynı yerde, ayni insan sürüsünü görüyorum. maslak'ta, kocaman bi otobüsten inen belki yüz kişi, sırayla üst geçide doğru yürüyo, merdivenleri çıkıyo, geçitten geçip karşı kaldırıma ulaşıp yüksek binalardaki ofislerine gidiyolar. bunların hepsini sırayla, ağır ağır, hayatlarının en büyük mecburiyeti olarak yapıyolar. kaçı o sırada gerçekten orada olmak istiyo, kaçı gereçekten oraya gitmek istiyo, kaçı her sabah oradan geçerken bi gün kaçıp gitmenin hayalini kuruyo, ben bu insanları gördükçe her sabah bunu düşünüyorum.

uzun zamandır aslında şunu da düşünüyorum ben, bu dünyanın biraz daha fazla kuru gürültüye, boş lafa ihtiyacı yok. hiç birşey yapmadan, sadece varolanı eleştirmek, kendi hayatında henüz kalıcı, yapıcı, faydalı tek bir şey yaratmadan, iyi yada kötü her yapılanda bir kusur bulmak, hoşnutsuzluk duymak, yapılan en büyük saygısızlık varolana. benim savunduğum şu; ya çok büyük işler yapıcaksın hayatta, kelimenin tam anlamıyla yeri yerinden oynatacak, dengeleri değiştirecek, varolanla savaşıcaksın. bi gün çekip gittiğinde izin kalacak, dostun kadar düşmanın da olacak, ama hepsi seni yaptıklarınla hatırlayacak, sıradanlığınla değil. tarih kitapları yazmasa da, üç nesil sonra da hatırlanacaksın.
veya, eğer bunu yapacak gücün yoksa, susucaksın. yaptığın kadar konuşup gerisine karışmayacaksın. ve bunu yaparken de, sadece ve sadece kendi mutluluğun için
yaşayacaksın. derdini de sıkıntını da küçük yaşayacaksın, madem gücüm bu hayata karşı, keyfime bakarım ben de diyeceksin, diyebildiğin kadar, hayat izin verdiği kadar. yani bunu seçersen eğer, hayatı da cok ciddiye almayacaksın, sadece alanlara saygı duyacaksın.

hayatta sana hiç bi fayda sağlamicak şirketlerde koyun gibi çalışmak, belki de cok insan için mecburiyet. ama gittiğin gün, tek bir gazete ilanıyla senden on tane daha bulabilecek olmalarını bilmek, acı. bunu bilerek yaşamak eziyet. o yüzden tek olmak lazım, gazete ilanıyla bulunamayacak biri olmak, gittin mi, yeri doldurulmayacak biri olmak. çok küçük detaylara takılıp yaşarken biz, aslında görmüyoruz, tüm olup bitenlerin ortasında ne kdar ufağız, ne kadar önemsiz dertlerimiz. işte bu yüzden diyorum, gerek yok kuru gürültüyle uzayı daha da kirletmeye. sus. bak dünyada neler olup bitiyo. bide düşün bu sabah aklından geçenleri. ufacık hissetmez misin kendini?

ben şu anda mutluluğuma bakıyorum, çünkü hissettiğim, henüz yeri yerinden oynatma zamanı gelmedi. aynı zamanda da bu fikirlerime uymaya çalışıyorum, olduğum kadar yaşayıp, olduğum kadar konuşuyorum. dört sene siyaset okumuş biri olarak, bu ülkede, bu kadar çabuk apolitize olmama şaşkınlıkla ama hem de mutlulukla bakıyorum. çünkü ilgilenmiyorum, 'aman o olmasın da hangisi olursa olsun' demiyorum, hepsinden uzak durup, oy da vermiyorum. bunun ülkeni sevmekle falan uzaktan yakından alakası olmadığını biliyorum, bu kadar ucuz laflara kananları da sevmiyorum.

kimin ne düşündüğünü bilmiyorum ama, ben bu aralar bunları düşünüyorum.

Monday, March 12, 2007

sabahlari onu gormek icin erkenden cikardim kapinin onune, o onumden gececek diye. gecerdi de. gecerdi de bakmazdi, beni farketmezdi bile. belki de oyle gorunmek isterdi, farketse de hissettirmezdi.
onu umursamaz gorunmek icin elimden geleni yapardim, o beni benden iyi bilirdi, bilirdi ama yuzume vurmazdi, vursa da benim ruhum duymazdi.
ruhum hep mesguldu o siralar, icinde goruntusu gecen herseyi hafizama cizerdim, eve gelir kelimelere dokerdim, her gece 2 yas duserdi gozumden, isteyip de ulasamamak, ulasmanin hic bir yolunu bulamamak can acitirdi. bunlarin hepsi o hayatimdan ciktiktan sonra da acitti canimi, belki de ilk o ogretti bana, elini uzattiginda dokunacak kimse bulmamayi. her istedigime sahip olamayacagimi, en yakinindakinin cok uzakta kalabilecegini, uzakta birilerini sevmenin bazen daha kolay olabilecegini. ilk o ogretti. ogreten o diye, ogrendim ben de..
16 mart 2000'di tarih, benim ilk kez dilim yandi ictigim kaynar sulardan, ilk kez korkmadim.
26 mayis 2000'di tarih, ben bi sabah okula geldim, tahtaya kocaman harflerle, 'mucizelere inanin' yazdim.
hem cok guldurdum hem cok uzdum beni sevenleri, telaslandirdim, meraklandirdim, heyecanlandirdim.
herkesi mucizelere inandirdim, cunku onca zaman kocaman bi mucize balonunun icinde yasadim.
oyle alismistim ki onu sevmeye, bir gun artik ona hicbirsey hissetmedigimi farkettigimde telaslandim.
sonra, alistiklarindan uzaklasmanin verdigi o biraz rahat, biraz parlak, biraz da urkek hisle hayata yeniden basladim.

ama hep bildim; o bana ne pahasina olursa olsun sevmeyi, daha cok istemeyi, geriye bakmadan, yolumdaki taslara takilmadan, takilsamda dusmeden, dussemde dustugum yerde kalmadan yurumeyi, hicbisi elde edemesem de o yoldan keyif almayi ogretti. aldigim keyif kadar aci da duyabilecegimi, ama bunun yolumdan donmek icin en kotu, en yanlis, en bana yakismayan bahane oldugunu ogretti. bunlari o ogretti ya, ogrendim ben de..


butun bunlari yasatarak ogrettiyse de, aramizda tek kelime gecmediyse de,
hala cikmadim sozunden.
simdi napiyo hic bilmesem de,
benim o gun bugun herkesi yurek dolusu sevmem, hep onun yuzunden.

Thursday, March 8, 2007

kullanıp attıklarım,
kullanmadan attıklarım,
kullanıp atamadıklarım,
kullanamadan atmak zorunda bırakıldıklarım,
kullanılmışlıklarını sakladıklarım,
kullanılmamışlıklarına sığındıklarım..

hepsi bende.
çok içimde.

Wednesday, March 7, 2007

help. i have done it again. i have been here many times before.
hurt myself again today. and the worst part is there is no one else to blame.
i have lost myself again. lost myself and im nowhere to be found.
i think i might break. lost myself again and i feel unsafe.


olmamıstıcoktandırböyle.
i am small and needy...
00.09

Tuesday, March 6, 2007


...
sonra bana, acısının tam ortasında soyle dedi:
güclü olmam lazım, aglamamam lazım, bu kadar zavallı, bu kadar aciz olmamam lazım artık!

durdum ben. bi sure sustum. konusmak istedigimde de sadece bunlar dokuldu agzımdan:

"sence bu mu gucsuzluk, acizlik? aglamak mı? aglamak insan olmak, aglamak hissedebilmek demek. aglamak biseylerin varlıgını hissetmek, ona tepki verebilmek demek. aglamak icinde hala birseylerin deveran ettigini, hala 'his'edebildigini gosterebilmek demek. icinin yalan olmadıgını, numara yapmadıgını ispatlaman demek. karsındaki seni aglatmak isteyip de bunu basardıysa eger, onun eline bu gucu vermek, ama aynı anda verdigin gibi alabilecegini de farkettirebilmek demek.
aglamak insan olmak, insan olmak da istersen herseyi yenebilmek demek..

ama eger gun gelip de, icin hala katılıyorsa aglamaktan, ama icin kurumussa, hicbir sey akmıyosa gozlerinden ne kadar ugrassanda, o gun kork işte! hem kendinden, hem karsındakinden.
kendinden kork, cunku o noktaya geldiysen artık saf acı'sındır, 5 duyun duymaz, ayakların yürümez. cunku o nokta, sana insan oldugunu bile hissettirmez. altından kalkmak zordur.. kalktıgında ise bıraktıgın hayat yokolmustur, yenisini kurman gerekir.
ve evet, karsındankinden de kork, cunku sana bunu yapan, sanma ki kötüdür, kötülükten yapar bunları, sana bunu yapan bitiktir, tüketeceği hic birsey kalmadıgı icin yer seni. kork diorum, cunku bole acınası insanlar cevrendeki en tehlikeli seylerdir.
farketmemistin degil mi?"

durdu, dusundu, bir gulumseme gecer gibi oldu gozlerinden.
baktım, guldum, ne ilk ne son dedim icimden.
.
.
.
.
bir daha aglamadı.
anlattıgım korkulardan korktugundan, cok zorladı kendini aglamaya, aglayamadı.
sonra bir gun geldi, uyandıgında, kalbi artık eski rengindeydi.
bana bunu anlatırken, gozlerinden aynı gulumseme gecti.
ama bu sefer gecip gitmedi,
hic gitmedi.

Monday, March 5, 2007


sana ben, bana yol, yola kar, kara düş, düşe rüya, rüyaya gündüz, gündüze gece, geceye ses, sese yüz, yüze renk, renge müzik, müziğe zevk, zevke yürek, yüreğe ağrı, ağrıya sancı, sancıya korku, korkuya merak, meraka soru, soruya cevap,cevaba sen, sana ben...



photo: andre kertesz.

Sunday, March 4, 2007

sesi benzeyenin,

izi de benzer mi?
.
.
.
.
.
.
.
.
allah benzetmesin!
1.30am

Friday, March 2, 2007

sforzi inutili & gesti ridicoli.

hani sana buyuk bi pantolon giyip de kemer taktiginda ustune, kemer senin belini sikar da, pantolonun belinden fazla yerler kemerin altindan kat yapip kayar ya, ama kemer hala onun dusmemesini saglar ya, onun gibi bisi bu da. kacip kurtulmak, kemerin altinda itaatle durmak istemeyen bi kac tarafim var hala.

sanirim benim pantolonum hep bi beden buyuk gelicek bana, ama kemerim tutucak onu, ustumden de dusmicek.


ama evet, bi kemeri cikartip da digerini takarken, dusuyo iste pantolon., yapamiorum bisi. icim dokuluyo disari, aglamak istesen bi turlu, gulmek istesen baska turlu, sanirim evet dustu! demek en dogrusu.
ve yeni kemerini takmak sakince.
ve hayata yeniden baslamak.
ve o kemerleri degistirmekten hic korkmamak.




bu gece cok dusunursem,
icime dogar misin ?
kimse anlamasa da butun bunlari,
acaba sen anlar misin?
23.00
(...)
kalbim diyorum kalbim,
daha dün tezgahtan çıkmış bir su sayacı gibi.
(...)

c.s.



daha naif olabilir miydi?
020307

Thursday, March 1, 2007

dance of the bad angels.

(...)ucak yerkureye giderek yaklasirken dinledim ben bu sarkiyi, carpmak icin uzun zamandir beni ariyormus gibi, geldi, onca yukseklikte beni buldu, carpti..basim plastik cama yasli, asla ait olamayacagim bir kara parcasina iniyodum yeryuzunun. isiklar vardi, kirmizi, mavi, sariyla beyaz arasi isiklar, orada hayat olduguna dair. ben alcalmaya devam ediyordum, ama hersey ucagin rotasinda gittigi gibi dogru gitmiyordu, ne zaman gitmisti ki, kimin hayatinda gitmisti ki, gitseydi boyle sarkilar yazilabilir miydi ki...ben akip giden hayata karsi acizligimi dusunurken, acildigini farketmedigim tekerlekler yere degdi, ve ben o anda tanrim dedim, al beni yanina, bi cift kanat ver bana, boyle bagli kalmamaliyim ayaklarimdan yere...hep daha yuksege ucmak istedim, atesin etrafinda dans eden arkadaslarimin yanina al beni.. hep daha yuksege ucmak isteyen kotu meleklerin yanina..ama yerdeydim ben..bir de yere vurdu beni bu sarki....
olmadigimi hatirlatti..
ne kotu, ne melek..
henuz hicbir sey olmadigimi......

Wednesday, February 28, 2007

TUR GAYDIM!


ve iste, buyuk istek uzerine, sonerli beyliyle yaptıgımız, daha da eglenceli, daha da anlamlı konusmamız. bunun diğerinden farkı her soledigimiz cumlenin mealini de parantez icinde belirtmesidir. saygılar bizden size.


Sonerli says:
bok sıçtım
MUGA says:
bak sictim
Sonerli says:
çak! çıktım..
MUGA says:
cok sictim....
Sonerli says:
yok bıktım!
MUGA says:
tok siktim
Sonerli says:
fok tıktım
MUGA says:
rok yiktim
Sonerli says:
rockinggggggggggg manasında yıkılıyoo
Sonerli says:
rom diktim
Sonerli says:
kafa buldum
MUGA says:
mum diktim o zaman bende
Sonerli says:
kaleye mi?
MUGA says:
kiliseye
Sonerli says:
rum yaktım
Sonerli says:
yani soykırım, rumlara karşıMUGA says:
hahhahaha
Sonerli says:
hauhauhah
MUGA says:
kum tattim
Sonerli says:
kur baktım, dolar 1.43
MUGA says:
sur yaktim
Sonerli says:
hahaha
Sonerli says:
bizanslılar bizemi soluyo bunu?
MUGA says:
ahahahaha evet afferriimmm kaptıın
Sonerli says:
dur yandım!
Sonerli says:
HAHAHAh
MUGA says:
tur sandim!!
Sonerli says:
HYAHAHAH
Sonerli says:
son dakkada gol iptal olmuş
MUGA says:
ahuahuahuahuahuauhahu
Sonerli says:
tut bandım (elinde ekmekle beklerken, tabağı tutan arkadaşa)
Sonerli says:
hepsine bööle açıklama yapalım bundan sonra hahaha
MUGA says:
kut sandim (burak kut sandim ama diilmis)
MUGA says:
auhhahuahuahuauhauhahua
Sonerli says:
ahuahuaeuhaeuhauhaeh
dut sardım
MUGA says:
dut dolmasi mi?
Sonerli says:
evet aynen tatlı tatlı cok guzel olur bilirsin
MUGA says:
bilmem mmmiii
MUGA says:
sut yandim (sutten agzim yandi, yine bitlis yoresine ait bir turkumuz)
Sonerli says:
ahahuahuahu
düt kandım! (arabayla giderken, yandaki arabanın kandırma çabası sonuç verdikten sonra kendi kendine söylenen cümle)
Sonerli says:
haeuhaeuhaeuhae
MUGA says:
allah seni karetsin
MUGA says:
ahuahuauahuahau
Sonerli says:
iyice sıçtık ya ahahahuauhauh
Sonerli says:
en saçma şeylere bile artık acıklama bulucaz yapacak bisey yok
MUGA says:
tut! kaptım
MUGA says:
biri tut dio topu oburu de kaptım dio, amerikan futbolu jargonu
Sonerli says:
put taptım
Sonerli says:
ahahahahauh
MUGA says:
ahuahuahuahuahuauha
Sonerli says:
iskenderunlu putperest bir kesim tarafından söylenir
MUGA says:
yut tatlım
MUGA says:
ahuhahuahuahuaha
MUGA says:
bunu direk yemek yutmakla bagdastıralım
Sonerli says:
heahueahuaehuaehu
Sonerli says:
sewgilisine söylüyo dimi guzelbi kadın
MUGA says:
hahahahah eveett
Sonerli says:
yuh tartım! (son dönemlerde çok kilo alan bir adamın, kilosunu normalden fazla gösterdiğini düşündüğü tartısına karşı yaptığı serzeniş)
Sonerli says:
ahahahuauhahua açıklama, kelimeden daha iyi oldu ahuauha
MUGA says:
nuh kandım! >(nuh peygamebere inanip soradan hayal kırıklıgına ugramıs bir vatandas.......) vatandas yannız
Sonerli says:
HAEUHAUEHUAEHUAHAHE
Sonerli says:
AHUEHEUAHe
Sonerli says:
kul kaydım (o harfini söylemekte zorlanan zihinsel özürlü bir gencin, annesine okul kaydını anlatırken sarfettiği cümle)
Sonerli says:
HAHAUHAHUAHUHUAUHAUHAUHAUHAh
MUGA says:
ahjahuahuahuahuhuahuahua
MUGA says:
aptal yaaaaaa
Sonerli says:
hadi cümle kur hadiiiii
MUGA says:
tul taytım (ü harfi soliyemien biri tülden yapılmıs taytını anlatıo bu cumlenmizde)
Sonerli says:
hmm çok iyi olmadı
Sonerli says:
bence deiştir bunu cok özenti olduu
hmmmmmmmm dul caydım (duldum sora biri evlenme teklif etti amaben son anda caydım )
MUGA says:
dul olarak caymıs oldum
Sonerli says:
dur baydım (artık yapılan işlemden çok sıkılan birinin karşısındakine söylediği cümle)
Sonerli says:
pes edebilirsin
MUGA says:
etmiorum
Sonerli says:
ahahahah
MUGA says:
abi resmen bulamıorum bisi buluorum da kotu gelio
Sonerli says:
dur baydım


tur gaydım!
(gittiği turdaki guide'ı ile dışarı çıkan ve dışarıda gördüğü arkadaşına tur guide'ını tanıştırma cümlesi)

AHAHUEHUAEHUAEHAUEHUAEHUAEHUAEHUAEH
MUGA says:
ahuahuahuahuahuhuahuahua
MUGA says:
işte buuu
Sonerli says:
hhuahuahuauhauah
MUGA says:
ben bu gece birincilgi sana veriorum
Sonerli says:
AHHAHAHUAHUAHUA
Sonerli says:
Sonerli says:
teşekkürler
MUGA says:
bunun ötesine gecemeemememememememememememem
Sonerli says:
hahuahuahuaah
MUGA says:
ahuhuahuahuauhahua
MUGA says:
koptum burdaaaa
Sonerli says:
o zaman ben de tur gaydımla birlikte bi mutfağa gidip yemek ısıtiim
Sonerli says:
ahahahuahuah
MUGA says:
hadi bakm
Sonerli says:
hahahuahuauha
MUGA says:
o gayd olsun sana

Monday, February 26, 2007

sonerli bey'le hayatımızda yaptıgımız en manalı konversasyonlardan biridir, paylasmayı bir borc bilirim!


egemuga says:
gülmesene ayıp diil mi
sonerli says:
küsmesene bayık diil mi?
egemuga says:
süslesene kayık diil mi
sonerli says:
ahuaauhuahauh
sonerli says:
dur
sonerli says:
bulucam
sonerli says:
üflesene layık diil mi?
egemuga says:
ay bulamadım dur
kal geldi
sonerli says:
hahuahuauhauhauhauh
sonerli says:
düşmesene ayık diil mi?
egemuga says:
yüklesene yarık diil mi
sonerli says:
hahuauhaeuheauheauhahaaeh
egemuga says:
(nedemekse)
sonerli says:
köklesene atık diil mi?
egemuga says:
sökmesene kazık diil mi?
sonerli says:
dökmesene yazık diil mi
egemuga says:
çökmesene lazımlık diil mi
sonerli says:
çöl desene asık diil mi?
sonerli says:
(çöl desenli bi halı var mesela)
sonerli says:
asılmamış mı bi yere bu
sonerli says:
hauhauhaha
sonerli says:
adana ağzı anladın mı?
egemuga says:
ay cok igrencsin
sonerli says:
sıcak oralar
sonerli says:
aluuuu ayşeee
sonerli says:
çöl desene asik diil mii??
sonerli says:
yok abla asmadım hala
sonerli says:
allh senin belani versin gizz
sonerli says:
hahauhauha
egemuga says:
uzatma
sonerli says:
hauhaehauhae
sonerli says:
peki o zaman ben bidaha uyduriim bise
sonerli says:
çöp kesene kasık diil mi ?
egemuga says:
kök yesene kaşık diil mi?
sonerli says:
ahuauhauha abi işte aptal aptal guluorum
egemuga says:
bende bende
egemuga says:
ahahhahaha
sonerli says:
bok yesene aşık diil mi?
egemuga says:
tok desene kısık diil mi?
sonerli says:
çok kesene takık diil mi?
egemuga says:
sok kefene yatık diil mi
egemuga says:
bu süper oldu
egemuga says:
gurur duyuorum kendimle
sonerli says:
huhehuaehuaehuaehuaehe
sonerli says:
yok edene yazık diil mi
sonerli says:
hahahah yani azrail
egemuga says:
bok dikene kazık diil mi ?
egemuga says:
sok diyene tarık diil mi?
egemuga says:
tarık akandan bahsedioruz burda
egemuga says:
bu diyene de biltis yoresinden
diyen diil de diyene der onlar
sonerli says:
haeuahuheauhae
sonerli says:
aabi duramıyorum kopuyorum
egemuga says:
anladın sen
sonerli says:
dur abi nerde kaldık
egemuga says:
tarıkta
sonerli says:
çok diyene takık diil mi?
egemuga says:
yok diyene yanık diil mi ?
sonerli says:
bok yiyene banık diil mi?
egemuga says:
çat! diyene kırık diil mi?
egemuga says:
(yine biltis farkettiysen)
kat giyene ılık diil mi?
egemuga says:
sat diyene kıllık diil mi?
sonerli says:
at giyene kılık diil mi?
sonerli says:
ah diyerek bayık diil mi?
egemuga says:
nah diyerek ayıp diil mi
sonerli says:
bach dinlemek garip diil mi?
sonerli says:
ahuaehueauh başladm gülmeye yine
egemuga says:
çim çimlemek nanik diiil mi
egemuga says:
oha! çim çimlemek!
huahueahuhaeuaeh
sonerli says:
eueahuaehuaehueah
egemuga says:
hanııımm ben bugun çim çimlicem!
egemuga says:
ahuahuahuahuaü
sonerli says:
ahaeuhaeuh
sonerli says:
durrrrr ölüceem
egemuga says:
ay koptum
sonerli says:
bana bakıolr olm manyak mısın diye
egemuga says:
çim çimlemek nedemek biliosun heralde
egemuga says:
yani çim biçmek
sonerli says:
bit gizlemek bayık diil mi?
egemuga says:
kendimizi astık
egemuga says:
tiz seslemek yanık diil mi
egemuga says:
yanık ses mahiyetinde ibo gibi
ahuahuehaehuahaeah
sonerli says:
pis beslemek yaşıt diil mi?
egemuga says:
mis teklemek taşıt diil mi
sonerli says:
kız keklemek basit diil mi?
sonerli says:
hahuauhauhauha
egemuga says:
bravooooooooo
egemuga says:
egemuga says:
saz beslemek çeşit diil mi?
egemuga says:
hani bahcede çeşit olsun
egemuga says:
saz beslyelim, domates hiyar nane
egemuga says:
demek istio kendisi
egemuga says:
allahım niye boleym ben yaaaaa
egemuga says:
hahuahuahua
sonerli says:
haauhauhauhauuahah
sonerli says:
gaz gizlemek ezik diil mi?
yani osurucak ama osuramıo
gaz gizliyo
egemuga says:
ay onemli biyerdeyim gazımı gizlemem lazım düsüncesi
egemuga says:
bir kelime bir işlem gibi oldu acıklama yapardı ya adamlar orda da her laftan sora
sonerli says:
abi bittim ben
sonerli says:
ahuauhauhah
egemuga says:
uhahuahuahahauahua
sonerli says:
ölüorum
sonerli says:
ageaheuhaeuhaueh
sonerli says:
aehuaehuhaeuhaueaueh
sonerli says:
hasssiktir yaaa
egemuga says:
yapıoruz,
sonerli says:
geberdimmmmmmmmmmmmmmmm
egemuga says:
ay evet
egemuga says:
bende
egemuga says:
ciddi olmmız lazımmmmmm