Saturday, March 31, 2007

SO '90S AND WHAT IT RECALLS.

3 tane sarki caldi arka arkaya. so 90's.
where the wild roses grow. - nick cave&kylie minogue.
wannabe. - spice girls.
don't speak.-no doubt.

ucunun de baslangicinda bana hissettirdiklerini yazmaya karar verdim, baktim sayfa onumde hala acik, beyaz kelimesiz duruyo. su anda basliyorum, ucunun de hatirlattiklarini hatirlamaya, solediklerini solemeye, dusundurduklerini dusunmeye.

kylie minogue'u hep cok sevdim. kucuklugumden beri dunyanin en guzel kadini o benim icin. baska hic kimse gecmedi onun yerine, gecemez de sanmam. gozleri hep parlak o kadinin, saclari hep parlak, kiyafetleri hep parlak. hep cok sevdim. sora bu sarkiyi, vaktinde nick cave'le soylediginde, ben farkinda degildim, cok farkli biyerde, cok farkli biriyle duymustum ilk kez hayatimda. kylie minogue ne guzel diil mi? diye sormustum sesini duyunca sarkida. bu da cok guzel sarkidir..demisti bana o. bu sarkiyi birlikteyken her duydugumuzda bu iki cumleyi hep kurduk. nick cave'in sesi yara acar, kylie minogue pansuman yapardi bu sarkida. hosumuza da giderdi. ilk genclikte yaralanmak herkesin hosuna gider icten ice, nasi olsa tenin tazedir, kanin aksa da durur, ve yara izlerinin diger bir adi da her zaman gururdur. buyudukce istemessin yaralanmak, cunku o zaman toparlanmak, kani durdurmak daha zordur..

orta bir miydik neydik. butun dunya kizlari sarsilir da biz eksik kalir miydik. ben en cok sporcu kizi severdim, oburleri cok suslu gelirdi bana. cok da severdim bu sarkilarini, gerisini cok bilmezdim de, herkesle beraber dinlerdim iste. number one tv yeni cikmisti, ozgurle burcin program yapardi, bunlarla ayni zamanda bi de george michael'in outside sarkisi meshur olmustu hic unutmam. bi onu bi bunu calar dururlardi. ne zaman turkiye'ye gelicekler, yeni kliplerini gordun mu, aslinda sarisin olanin saclari boyaymis, geri eskiden turkiyede tv'da calisiyomus, sporcu olan aslinda hic spor yapmazmis da imaj olsun diye ole giyiniyomus falan...bunlari konusur dururduk. ne onemli konularimiz varmis. noldu sora bu kizlar? hepsi bi tarafa gitti, ben gene en cok sporcu olanini sevdim, hatta never be the same again diye sarki yapti, cok tutmustum onu da. ama noldu, o da bitti..

bunda kesin orta ikiydik, sahne sahne gozumun onunde. ikodaki kirik dokuk kaset calarda butun gun bunu dinlerdik, tenefus olurdu masanin ustune cikarirdik o gri aleti, acin acin sesini derdi biri hemen ordan, butun sinif bunu dinlerdik, basa sara sara. bahceye cikarirdik, orda dinlerdik, kantine giderdik orda dinlerdik. toni braxton unbreak my heart bunla ayni zamanda cikmisti ama o pek ragbet gormemisti. sevmiyen yoktu bu sarkiyi. bu sarisin kiz gruptaki o esmer adamla berabermis ona yazmis bu sarkiyi yaaa diye herseyi bildigimizi de her an belli ederdik, etmesek ayip olurdu. yerine yeni yeni oturan ingilizcemize de yakismisti, you and meeee, used to be togeether diye diye gezinirdik ortada. hepimizin mutlu oldugu, belki de herkesin tek mutlak paydasinin bu oldugu iko zamanlari ve simdi kime sorsan, o gri kasetcalari ve onda dinledigimiz bu sarkiyi hatirlamamasinin imkansizligi...

Saturday, March 24, 2007

salak oldum bu ilaclar yuzunden. alisik da diilim ki, bunyem sasti bu duruma. bende dedim ki ona, sen insan bunyesisin, insanin basina hersey gelir, atesi de cikar, bogazi da siser, cok abartirsa disi bile duser. alis artik bunlara, kac yasina geldin. o hicbisi demedi tabi, hep ben konusuyorum zaten onun yerine. ama anlasiyoruz, severim keratayi. seviserek evlendik. bole derler ya. hayir hic demezler.

bugun televizyonda, 8349052934939uncu defa hangi film vardi bilio musun? hani kadir inanirla mujdat gezen kardes, mujdat gezen sarkici, param yok pulum yok diye bi sarki soluyo, kadir de futbolcu sora fenere transfer oluyo. bole evlerinde de bi duzenek kurmuslar, babalari hulusi cartman gelince gitar kutusunu kimya deneyine donusturuyolar adam da bunlarla gurur duyuyo da sora foyalari meydana cikio falan. cok enteresan hic sikilmiyorum bi filmlerden ben, gene olsun gene serederim. hatta bugun de farkettim, gerzek gibi de guluyorum konusmalara falan. bide hayat sevince guzel var. aptal kiz koye gelio herkesi mutlu edio, sakat kadini yurutuyo sora kasap manav terzi hepsi sokakta dans ediolar ya hani. o da efsane bi filmdir. dividisi ciksa kesin alirim. ilerde cocuklarimiza serettirirz, bakin biz bunlarla buyuduk diye. yok ya dusundum de, heralde hic hos olmaz. evet vazgectim, almam. alsam da cocuguma gostermem. saklarim. ben oldukten sora bulunsun.

sora bi de mesela, cuma gunu tv da bi programda bi adam cikmis, yaninda bi kiz, obur tarafta da tek basina baska bi kiz, o tek basina baska kiz dio ki, beni kandirdi, benle iliskiye girdi sora da benle evlenmedi gitti buna! adam hic bisi demiyo, millet bu konuyu tartisio filan, sora adam cok sikilmis olcak ki bu muhabetten bi anda, e kizim sende vermeseydin o zaman 10 sene! dedi. bana gelen kallarin kat sayisi cogaldi bu noktada. sora ismail turut aldi mikrofonu, senin baska ne hazinen var niye onu kocana saklamiosun da veriosun baskasina! diye cigirdi. kiz cok utandi. bende olsam bende utanirdim. obur kiz hic utanmadi ama, dedi ki ahmet (attim ismini afise olmasin ayip) benden hic ole bisi istemedi dimi ahmet ben onla evlenicem kendimi ona sakliyorum. bende aferim dedim burdan kendisine. saklasin kendisini. hatta o kadar iyi saklasin ki sora saklandigi yeri unutsunlar, hic bulamasinlar. amin.

bak simdi eglencenin anahtarini acikliyorum. simdi televiziyada zap yaparkene her kanalda ayni sureylen durulur. misal 3 saniye. sora digerine gecirlir, sora digerine, boyle gider. her kanaldan duydugun seyler kafada alt alta yazilir, sora cumle artik nerde bittiyse okunur. mesela ben simdi yaptim, sole bisi cikti, "avrupa standartlarinda adam gibi adam, 2008de sona erecek". ne kadar eglenceli dimi? butun minibuscu meslektaslarima cok tesekkur ediyorum. yok bunun tamami tek bi kanalda soylendi su anda. fokus tivide. ayni tivide pinar altug da var su anda, masalahh at gibi kadin, ne uzun, sayesinde programin dekoru gorunmuyo, safi kendisi. keske para harcamasalarmis dekora filan. gerci belki de harcamamislardir, dekor yoktur, gormuyoruz ya, atmiyalim.

cok eskilerden cok guzel bi goruntu geldi aklima bi anda. gece ruyamda gelseydi, goruntu diil kabus olurdu ama neyse. simdi terete zamani, bir baska gece hayatimizn tek atraksiyonuyken, ebru gundes bi gece ben tanri misafiriyim adli parcasiynan evlerimize konuk olmustu ( hemde kiz tanri misafiriyim diye aglak aglak gelmis, acmasak kapiyi cok ayip ederiz). neyse. bu bole uzun siyah bi elbiyse giymis, ustunde ne var hatirlamiorum ama tam bole omzunun ustunde bi gul var, ama allah seni inandirsin oooo kadar buyuk bi gul ki, kizin yuzunun butun yaninda bu gul duruyo. simdi annatamadim tabi, ama bak sole dusun, gul o kadar buyuk ki, bole kizin yuzunu sol taraftan resmen ittiriyo, bole soldan soldan yuzu burusmus kizin. sor bana bak yaparim size reel hayatta bu sahneyi. aksam aksam gelmis kiz, yuzunun sol tarafi gul, ben tanrriggg misaafiriiiryiiimm diyo. insan acir da alir iceri, cikarir o gulu, kurtarir kizi bu zulumden. ayip ama. hadi dagilin simdi.

annem simdi dedi ki sen blog yazarken ki leri de leri ayri yazio musun. bende dedim ki, gelirse. ne demek gelirse, o gelmez, sen getiricen. ama hastayim ben halim yok. su anda agriyan noktalarimi saysam, bi insanin vucudunda kac nokta agiriyabilir, bunun cevabini bulabiliriz. zekice bi cumle kurdum, bakalim anlayabilicek misin. ben kendim kurmasam, anlamazdim mesela. olur ole arada.

hadi ben makarna yiim.

Tuesday, March 13, 2007

ayinesi iştir kişinin, laf bakılmaz.

sabahları hep aynı yerde, ayni insan sürüsünü görüyorum. maslak'ta, kocaman bi otobüsten inen belki yüz kişi, sırayla üst geçide doğru yürüyo, merdivenleri çıkıyo, geçitten geçip karşı kaldırıma ulaşıp yüksek binalardaki ofislerine gidiyolar. bunların hepsini sırayla, ağır ağır, hayatlarının en büyük mecburiyeti olarak yapıyolar. kaçı o sırada gerçekten orada olmak istiyo, kaçı gereçekten oraya gitmek istiyo, kaçı her sabah oradan geçerken bi gün kaçıp gitmenin hayalini kuruyo, ben bu insanları gördükçe her sabah bunu düşünüyorum.

uzun zamandır aslında şunu da düşünüyorum ben, bu dünyanın biraz daha fazla kuru gürültüye, boş lafa ihtiyacı yok. hiç birşey yapmadan, sadece varolanı eleştirmek, kendi hayatında henüz kalıcı, yapıcı, faydalı tek bir şey yaratmadan, iyi yada kötü her yapılanda bir kusur bulmak, hoşnutsuzluk duymak, yapılan en büyük saygısızlık varolana. benim savunduğum şu; ya çok büyük işler yapıcaksın hayatta, kelimenin tam anlamıyla yeri yerinden oynatacak, dengeleri değiştirecek, varolanla savaşıcaksın. bi gün çekip gittiğinde izin kalacak, dostun kadar düşmanın da olacak, ama hepsi seni yaptıklarınla hatırlayacak, sıradanlığınla değil. tarih kitapları yazmasa da, üç nesil sonra da hatırlanacaksın.
veya, eğer bunu yapacak gücün yoksa, susucaksın. yaptığın kadar konuşup gerisine karışmayacaksın. ve bunu yaparken de, sadece ve sadece kendi mutluluğun için
yaşayacaksın. derdini de sıkıntını da küçük yaşayacaksın, madem gücüm bu hayata karşı, keyfime bakarım ben de diyeceksin, diyebildiğin kadar, hayat izin verdiği kadar. yani bunu seçersen eğer, hayatı da cok ciddiye almayacaksın, sadece alanlara saygı duyacaksın.

hayatta sana hiç bi fayda sağlamicak şirketlerde koyun gibi çalışmak, belki de cok insan için mecburiyet. ama gittiğin gün, tek bir gazete ilanıyla senden on tane daha bulabilecek olmalarını bilmek, acı. bunu bilerek yaşamak eziyet. o yüzden tek olmak lazım, gazete ilanıyla bulunamayacak biri olmak, gittin mi, yeri doldurulmayacak biri olmak. çok küçük detaylara takılıp yaşarken biz, aslında görmüyoruz, tüm olup bitenlerin ortasında ne kdar ufağız, ne kadar önemsiz dertlerimiz. işte bu yüzden diyorum, gerek yok kuru gürültüyle uzayı daha da kirletmeye. sus. bak dünyada neler olup bitiyo. bide düşün bu sabah aklından geçenleri. ufacık hissetmez misin kendini?

ben şu anda mutluluğuma bakıyorum, çünkü hissettiğim, henüz yeri yerinden oynatma zamanı gelmedi. aynı zamanda da bu fikirlerime uymaya çalışıyorum, olduğum kadar yaşayıp, olduğum kadar konuşuyorum. dört sene siyaset okumuş biri olarak, bu ülkede, bu kadar çabuk apolitize olmama şaşkınlıkla ama hem de mutlulukla bakıyorum. çünkü ilgilenmiyorum, 'aman o olmasın da hangisi olursa olsun' demiyorum, hepsinden uzak durup, oy da vermiyorum. bunun ülkeni sevmekle falan uzaktan yakından alakası olmadığını biliyorum, bu kadar ucuz laflara kananları da sevmiyorum.

kimin ne düşündüğünü bilmiyorum ama, ben bu aralar bunları düşünüyorum.

Monday, March 12, 2007

sabahlari onu gormek icin erkenden cikardim kapinin onune, o onumden gececek diye. gecerdi de. gecerdi de bakmazdi, beni farketmezdi bile. belki de oyle gorunmek isterdi, farketse de hissettirmezdi.
onu umursamaz gorunmek icin elimden geleni yapardim, o beni benden iyi bilirdi, bilirdi ama yuzume vurmazdi, vursa da benim ruhum duymazdi.
ruhum hep mesguldu o siralar, icinde goruntusu gecen herseyi hafizama cizerdim, eve gelir kelimelere dokerdim, her gece 2 yas duserdi gozumden, isteyip de ulasamamak, ulasmanin hic bir yolunu bulamamak can acitirdi. bunlarin hepsi o hayatimdan ciktiktan sonra da acitti canimi, belki de ilk o ogretti bana, elini uzattiginda dokunacak kimse bulmamayi. her istedigime sahip olamayacagimi, en yakinindakinin cok uzakta kalabilecegini, uzakta birilerini sevmenin bazen daha kolay olabilecegini. ilk o ogretti. ogreten o diye, ogrendim ben de..
16 mart 2000'di tarih, benim ilk kez dilim yandi ictigim kaynar sulardan, ilk kez korkmadim.
26 mayis 2000'di tarih, ben bi sabah okula geldim, tahtaya kocaman harflerle, 'mucizelere inanin' yazdim.
hem cok guldurdum hem cok uzdum beni sevenleri, telaslandirdim, meraklandirdim, heyecanlandirdim.
herkesi mucizelere inandirdim, cunku onca zaman kocaman bi mucize balonunun icinde yasadim.
oyle alismistim ki onu sevmeye, bir gun artik ona hicbirsey hissetmedigimi farkettigimde telaslandim.
sonra, alistiklarindan uzaklasmanin verdigi o biraz rahat, biraz parlak, biraz da urkek hisle hayata yeniden basladim.

ama hep bildim; o bana ne pahasina olursa olsun sevmeyi, daha cok istemeyi, geriye bakmadan, yolumdaki taslara takilmadan, takilsamda dusmeden, dussemde dustugum yerde kalmadan yurumeyi, hicbisi elde edemesem de o yoldan keyif almayi ogretti. aldigim keyif kadar aci da duyabilecegimi, ama bunun yolumdan donmek icin en kotu, en yanlis, en bana yakismayan bahane oldugunu ogretti. bunlari o ogretti ya, ogrendim ben de..


butun bunlari yasatarak ogrettiyse de, aramizda tek kelime gecmediyse de,
hala cikmadim sozunden.
simdi napiyo hic bilmesem de,
benim o gun bugun herkesi yurek dolusu sevmem, hep onun yuzunden.

Thursday, March 8, 2007

kullanıp attıklarım,
kullanmadan attıklarım,
kullanıp atamadıklarım,
kullanamadan atmak zorunda bırakıldıklarım,
kullanılmışlıklarını sakladıklarım,
kullanılmamışlıklarına sığındıklarım..

hepsi bende.
çok içimde.

Wednesday, March 7, 2007

help. i have done it again. i have been here many times before.
hurt myself again today. and the worst part is there is no one else to blame.
i have lost myself again. lost myself and im nowhere to be found.
i think i might break. lost myself again and i feel unsafe.


olmamıstıcoktandırböyle.
i am small and needy...
00.09

Tuesday, March 6, 2007


...
sonra bana, acısının tam ortasında soyle dedi:
güclü olmam lazım, aglamamam lazım, bu kadar zavallı, bu kadar aciz olmamam lazım artık!

durdum ben. bi sure sustum. konusmak istedigimde de sadece bunlar dokuldu agzımdan:

"sence bu mu gucsuzluk, acizlik? aglamak mı? aglamak insan olmak, aglamak hissedebilmek demek. aglamak biseylerin varlıgını hissetmek, ona tepki verebilmek demek. aglamak icinde hala birseylerin deveran ettigini, hala 'his'edebildigini gosterebilmek demek. icinin yalan olmadıgını, numara yapmadıgını ispatlaman demek. karsındaki seni aglatmak isteyip de bunu basardıysa eger, onun eline bu gucu vermek, ama aynı anda verdigin gibi alabilecegini de farkettirebilmek demek.
aglamak insan olmak, insan olmak da istersen herseyi yenebilmek demek..

ama eger gun gelip de, icin hala katılıyorsa aglamaktan, ama icin kurumussa, hicbir sey akmıyosa gozlerinden ne kadar ugrassanda, o gun kork işte! hem kendinden, hem karsındakinden.
kendinden kork, cunku o noktaya geldiysen artık saf acı'sındır, 5 duyun duymaz, ayakların yürümez. cunku o nokta, sana insan oldugunu bile hissettirmez. altından kalkmak zordur.. kalktıgında ise bıraktıgın hayat yokolmustur, yenisini kurman gerekir.
ve evet, karsındankinden de kork, cunku sana bunu yapan, sanma ki kötüdür, kötülükten yapar bunları, sana bunu yapan bitiktir, tüketeceği hic birsey kalmadıgı icin yer seni. kork diorum, cunku bole acınası insanlar cevrendeki en tehlikeli seylerdir.
farketmemistin degil mi?"

durdu, dusundu, bir gulumseme gecer gibi oldu gozlerinden.
baktım, guldum, ne ilk ne son dedim icimden.
.
.
.
.
bir daha aglamadı.
anlattıgım korkulardan korktugundan, cok zorladı kendini aglamaya, aglayamadı.
sonra bir gun geldi, uyandıgında, kalbi artık eski rengindeydi.
bana bunu anlatırken, gozlerinden aynı gulumseme gecti.
ama bu sefer gecip gitmedi,
hic gitmedi.

Monday, March 5, 2007


sana ben, bana yol, yola kar, kara düş, düşe rüya, rüyaya gündüz, gündüze gece, geceye ses, sese yüz, yüze renk, renge müzik, müziğe zevk, zevke yürek, yüreğe ağrı, ağrıya sancı, sancıya korku, korkuya merak, meraka soru, soruya cevap,cevaba sen, sana ben...



photo: andre kertesz.

Sunday, March 4, 2007

sesi benzeyenin,

izi de benzer mi?
.
.
.
.
.
.
.
.
allah benzetmesin!
1.30am

Friday, March 2, 2007

sforzi inutili & gesti ridicoli.

hani sana buyuk bi pantolon giyip de kemer taktiginda ustune, kemer senin belini sikar da, pantolonun belinden fazla yerler kemerin altindan kat yapip kayar ya, ama kemer hala onun dusmemesini saglar ya, onun gibi bisi bu da. kacip kurtulmak, kemerin altinda itaatle durmak istemeyen bi kac tarafim var hala.

sanirim benim pantolonum hep bi beden buyuk gelicek bana, ama kemerim tutucak onu, ustumden de dusmicek.


ama evet, bi kemeri cikartip da digerini takarken, dusuyo iste pantolon., yapamiorum bisi. icim dokuluyo disari, aglamak istesen bi turlu, gulmek istesen baska turlu, sanirim evet dustu! demek en dogrusu.
ve yeni kemerini takmak sakince.
ve hayata yeniden baslamak.
ve o kemerleri degistirmekten hic korkmamak.




bu gece cok dusunursem,
icime dogar misin ?
kimse anlamasa da butun bunlari,
acaba sen anlar misin?
23.00
(...)
kalbim diyorum kalbim,
daha dün tezgahtan çıkmış bir su sayacı gibi.
(...)

c.s.



daha naif olabilir miydi?
020307

Thursday, March 1, 2007

dance of the bad angels.

(...)ucak yerkureye giderek yaklasirken dinledim ben bu sarkiyi, carpmak icin uzun zamandir beni ariyormus gibi, geldi, onca yukseklikte beni buldu, carpti..basim plastik cama yasli, asla ait olamayacagim bir kara parcasina iniyodum yeryuzunun. isiklar vardi, kirmizi, mavi, sariyla beyaz arasi isiklar, orada hayat olduguna dair. ben alcalmaya devam ediyordum, ama hersey ucagin rotasinda gittigi gibi dogru gitmiyordu, ne zaman gitmisti ki, kimin hayatinda gitmisti ki, gitseydi boyle sarkilar yazilabilir miydi ki...ben akip giden hayata karsi acizligimi dusunurken, acildigini farketmedigim tekerlekler yere degdi, ve ben o anda tanrim dedim, al beni yanina, bi cift kanat ver bana, boyle bagli kalmamaliyim ayaklarimdan yere...hep daha yuksege ucmak istedim, atesin etrafinda dans eden arkadaslarimin yanina al beni.. hep daha yuksege ucmak isteyen kotu meleklerin yanina..ama yerdeydim ben..bir de yere vurdu beni bu sarki....
olmadigimi hatirlatti..
ne kotu, ne melek..
henuz hicbir sey olmadigimi......