Wednesday, April 25, 2007

three to four.

"ben senin cizdigin gemileri sevdim, yesil erik yiyisini, yagmurda islanmaktan keyif aldim, gunes batiminda sana guvenmeyi;
ben senin anlattiklarini sevdim, dans eder gibi yurumeni, simarmayi, sevinmeyi ogrendim, sabahlari guler yuzle uyanmayi.."

ozenle kopardi sayfayi, bunlari yazdi tek tek. yine iki satir, iki uzun satir.
bir kutu vardi kucaginda, arayip, cok arayip buldugu, onca kutunun arasinda icine sinen tek kutu.
ve icinde hediyeler. arayip, cok arayip buldugu, o yesil kirmizi kalabaliklarin arasinda en cok icine sinen bir suru sey.
ne olduklarini dusunse bugun, belki hepsini hatirlayamazdi, ama o gun, oyle cok ugrasmisti ki onlari bir araya getirip o kutunun icine koymak icin, onlardan baska sey yoktu aklinda.
yazdigi sayfayi kutunun kapaginin icine yapistirdi, kutunun icine son defa bakti, icindeki cercevenin ucundan kendi yuzunu gordu, gunesin altinda, gulumseyen yuzunu. sagina donmus, ona bakan yuzunu. kutuyu kapatti.

.......

aksamdi. yilin son aksamiydi. kimbilir hangi yilin. o gun herkes cok iyi biliyordu hangi yilin son aksami oldugunu, ve bir kac saat sonra hangi yila baslanacagini. yeni yilda herkes zayiflayacakti, kus oldugu akrabalarini arayacak, bikac kursa yazilacak, anne babasina daha iyi davranacak, daha iyi bir insan olacakti. herkes telasliydi. herkesin telasi baskaydi. kutu yerinde sahibi bekliyordu, yeni yil gelmeden, sahibinin gelmesi gerekiyodu.

.......

yeni yil geldi. televizyonda rengarenk tuvaletli, bol makyajli kadinlar sarki soluyodu. bikac kanal da, yaraticiligin sinirlarini zorlamis, on yil onceki yeni yil programlarini yayinlamis, bize o zamanlari hatirlatip bizi mutlu edecegini, eglendirecegini planlamisti. plan basarisizdi. olmus olan en sessiz, en acikli, en yalniz, en caresiz yilbasiydi. o gece, ayni numarayi, kac kere cevirdigini kendisi de unutmustu. o geceye dair unuttugu tek sey bu oldu.

........

yeni yilin ilk gunuydu. kutuyu acti. icini bosaltti. kapagindaki kagidi cikardi yerinden, avcunun icinde burusturdu, cope atti.
icinden cikanlara tek tek bakti. onlara bakanin o olmamasi gerekiyodu. baskasinindi onlar, baskasi icindi.
baskasi yoktu ama. hic gelmemisti. telefon calmis ama hic acilmamisti. acilan kutu olmustu. kapandigi yerde, kapatan kisinin elleriyle.

.........

o yil o insanlarin hicbiri zayiflamadi, kimse kimseyle barismadi, kimse daha iyi biri olmadi.
cizilen gemiler denize atildi, eridi, kayboldu, sabahlari guleryuzle uyanmak bi sure icin hayal oldu.
ve bu hikaye burda bitti.
o zaman anlamak biraz zor olsada,
tam orda bitti.

Tuesday, April 24, 2007

ever tried.
ever failed.
try again.
fail again.

fail better.



hala bu beş satırı okumayan kalmışsa diye, artık kalmasın diye.
aslında herşey bundan ibaret.bu 5 satırın sahibi de samuel beckett.

Monday, April 23, 2007

turk olmaktan gurur duymami saglayan bisey daha buldum; kunefe.
allah basimizdan eksik etmesin.

Monday, April 16, 2007

absolut canterbury.





ozledigim seyleri satir satir yazsam yanyana, burdan oraya yol yapabilirim.
bilerek yazmiyorum, yanyana koymuyorum, cunku o yoldan gecmeye, oraya donmeye su anda cok korkuyorum.
sadece sunu biliyorum,
hayatimda o kadar mutlu oldugum baska bir zaman dilimi hatirlamiyorum.

ben ki, kendimi bildim bileli hep bisiler yaziorum, derdimi yalniz bole anlatabiliyorum, anlattikca hafifiliyorum, yazmassam kum torbalarina yeniliyorum omuzlarimdaki...ben ki, ne istesem yapiorum, inat ediyorum beceriyorum...sadece, hala, henuz; oraya ait tek kelime edemiyorum. denemedim mi, denedim cok sefer. yapamadim. su anda da yapamiyorum. gozlerimin doldugu kadar ellerim dolsa diyorum, dedigimle kaliyorum. burdan oraya bakmak, her seferinde oyle anlamsiz kaliyo, ben kendimi her sferinde oyle caresiz hissediyorum ki, oraya ait yuzlerce fotograftan sadece bu ikisini secebiliyorum buraya koymak icin, gerisine elim gitmiyo, digerlerini sadece o fotograflardakilerle paylasabiliyorum, digerlerinin getirebileceklerinden, aksamin bu saatinde korkuyorum..

daha ne kadar?
bilmiyorum.

bu neydi peki?
bilmiyorum.

Sunday, April 15, 2007

...!!!!!..?!......

o an,
ama tam o an,
bi sessizlik oldu, korkutucu.
ve tam o an,
benim gozlerimden bi gürültü koptu.
tek kişi duydu.

zaman durur derlerdi, inanmazdım.
durdu.

bazen.les amants.herseyin ustu hep kapali.


bazen gidemezsin.
bazen donemezsin.

sarhosken, beynim dakikada otuz aforizma uretirken, hic biri biseye benzemiyoken, bi anda tak diye bunlar dustu kafama. tak diye dusenler ses cikardigi icin, unutmak zor oluyo onlari. unutmadim ben de. bunu kim anlar, kime soylesem bana soru sormaz, bos bakmaz diye dusundum, aklimdan gecenler uzakta kaldi, soylemedim ben de kimseye. kimse ne dusundugumu bilmedi, ben kimsenin ne dusundugunu bilemedim. sormak istedim, cekindim, ben zaten kibarlik yapmam ve yapmamam gereken yerleri hayatim boyunca ogrenemedim.

bazen gidemezsin, bazen donemezsin.
bazen napicani bilemezsin. bazen de yapacak birsey yoktur zaten, ama sen bunu goremezsin.

gidemedigim oldu. ama her zaman donememelerimden daha az. ben hep yapmayi, gormeyi, gitmeyi, bilmeyi ve bunlarin sonuclarina katlanmayi sevdim cunku. ama yine de, gidemedigim oldu. uzakta kaldigim. uzaktan baktigim. o kadar uzaktan gorunmedigim, farkedilmedigim zamanlar oldu. ben kendim mi istedim bunu, hani hep gitmek lazimdi? evet ben kendim istedim bunu. cunku gitmek demek savasa girmek demekti cogunlukla, bu 'ben' bunu savas gibi yasamaya alismisti uzun zamandir, ve yorgundu. uzakta kalmayi, uzaktan bakmayi tercih etti, zamani geldiginde. iyi miydi bu peki, korumak miydi kendini, savasmadan, uzun yasamanin caresi miydi? hayir. bunu da biliyodu 'ben', istedigine uzaktan bakmak, istediginden uzakta kalmak, daha cok can acitirdi bazen, savasta kiliclar vardi, yirtan, kanatan, aglatan, kopartan, kesen. ama burda, uzakta da sesler vardi, sozler, resimler, cizgiler, fikirler, hepsi ben'in aklinda, hepsi o akli yerinden oynatmaya ayarlanmis. uzakta olmak care degildi, ama bazen gerekliydi. bazen yapilmasi gereken tek seydi. bazen, eger yapacak birsey yoksa, uzakta kalmak tek dogru hareketti.

donemedigim de oldu. cok. cunku cok gittim. her gittigin yerden doner misin? ben donemem. kalirim. hatta bazen, git derler gidemem. yuzsuzluk mu bu? bilmem. ama donmek o kadar kolay olmaz. tamam, basladigin noktaya donmezsin hicbir zaman, zaman gecer, pantha rei evet, ve basladigin nokta baska nokta olmus olur. ama yine baslangictir. ve baslamak zordur. her zaman. yeni zordur. alistigini birakmak, donmek, yeniye baslamak, cok zordur. ya da bazen, yeniye baslamayi istememek degil, sadece oldugun yeri sevmek, sevmek, sevmektir. birakip gidememek, donememektir. onu tanimadigin, onu bilmedigin, onun olmadigi bi hayata donmek istememektir. bunu herkes bilir. lafi cevirmeye gerek yok, ne kadar asik olmussa, o kadar cok.



o kadar cok.

Thursday, April 12, 2007




irak'i hala saddam yonetiyordu, henuz yerle bir olmamisti koskoca heykelleri. istanbula metro gelmemisti, tarkan amerika'ya yerlesmemisti. hip hop rnb dinlenmezdi, 50 cent bilinmezdi, oasis dinlenirdi, blur dinlenirdi, take that dinlenirdi. cep telefonumuz yoktu, belki de oyle bir fikir bile olusmamisti henuz kafalarimizda. 'o an'i o andan 3 saniye sonra gostermezdi fotograf makinalarimiz, ve onlari gozumuzden uzakta tutup cekmezdik fotograflarimizi, gozumuzu, yanagimizi dayardik makinaya. henuz bu kadar isinmamisti kuremiz, henuz bu kadar kirlenmemisti cevremiz, icimiz, denizimiz. gozlerim henuz bozulmamisti ve kemal sunal henuz olmemisti. fransa brezilya'yi yenip dunya sampiyonu olmamisti ve bu kadar yuksege buyumemisti istanbul, leventte gokyuzunu gormek icin biraz ileri bakmak yeterdi, basini yukari kaldirmak mecburi degildi. en ugursuz yil henuz gelmemisti, binlerce insan gece 3u 2 gece canli canli topraga gomulmemisti. o iki ucak o iki kuleye saplanmamisti daha, butun dunya cildirmamisti, george w bush baskan olmamisti. ipod ne demek kimse bilmiyordu, ' there is no spoon' cumlesi hicbir sey ifade etmiyordu. lord of the rings diye bir film yapilmamisti, harry potter'i hic kimse tanimiyordu.

universite fikri cok uzaktaydi bize, bitirilmesi gereken koskoca bir lise vardi onumuzde. fen dersi uce bolunmemisti, fizik, kimya, biyoloji yoktu, sadece 'fen' vardi. sonradan biten arkadasliklar henuz kurulmamisti. sadece 'dogmus' arkadasliklar vardi, olmasi gereken, kendiliginden yolunu bulan. sevdiklerimizi kaybetmemistik henuz, kaybetmenin anlamini ogrenmemistik. ozleyecek cok fazla seyimiz yoktu, sahip oldugumuz, bildigimizdi. yanimizdakiydi, elimizin altindaki, gozumuzun onundekiydi. herkesi cok iyi sanmasak da, insanlar hakkinda cok fikrimiz yoktu. hayat hakkinda da. mutluyduk.

mutluydum. henuz kimseye asik olmamistim, ilani ask etmemistim, napicani bilemez hale gelmemistim, asktan aglamamistim, asktan gulmemistim. ozlemek nedir ogrenmemistim, midemin dibinde o tortu olusmamisti, dusundukce o tortuyu her sefer ayaga kaldiran uzakliklar da. yillar sonra bir gun yola cikip da, uzaklara gidip de, orda bi hayat kurmak, kendi evine misafir gelmek yoktu planlarimda. yada alisamamak kendi sokaklarina, duvarlarina.

hayat daha az seyden ibaretti, hayat daha basitti, hayat daha temizdi.
biz daha az seyden ibarettik, daha basittik, daha temizdik.
beraberken, hala oleyiz.




* bu yazi, resimdeki uc kardese ithaf edilmistir.

Tuesday, April 10, 2007

ego eimai ege.

mesela,

yuvadayken sınıf arkadasıma asık olup, babasına benim kayınpederim olur musunuz? diye sordugumu, kendime aldığım ilk albumun new kids on the block oldugunu, kitapları cok hızlı okudugumu, hayatım boyunca resim cizebilen insanlara hayran olup, resim cizebilsem sürekli birseyler karalayıp karalamayacagımı her seferinde tekrar düşündüğümü, çukulatam ne kadar küçük olursa olsun birazını yiip geri kalanını mutlaka eme eme bitirdiğimi, küçükken madonnayla michael jackson'ı evli sandığımı, taksicilerle muhabbet etmeye bayıldığımı, her gece dua etmeye calısıp cogunda basarısız olup uyuyakaldıgımı, kucukken de dua ettikten sonra ev adresimi sölediğimi, çok uzun yaşamak istediğimi, her okuduğum kitaba mutlaka adımı ve okudugum tarihi yazdığımı, 7 çift paramparça beyaz converse'im olduğunu ve onları inatla sakladığımı, çayı sadece cam bardakta içebildiğimi, bodrum mandalinasından nefret ettiğimi, tesadüflere inanmadığımı, ağaçların üstüne yeni yağmış kardan yemeye bayıldığımı, pulp fiction'ı hala seretmediğimi, dünya üzerinde beni en çok etkileyen yapının berlin duvarı olduğunu, ıslık sesinden hic haz etmediğimi, hiç ısıtmasada dr. martens botları butun botlara tercih ettiğimi, hep bas gitar çalmak istediğimi, kursun kalemle yazamadığımı, ölümden çok korktuğumu ama 20 yaş dişlerimi çektirmekten daha da çok korktuğumu, yavas yuruyen insanlara sinir oldugumu, şarkıcı olamayacak olsam bile, bir gun bir sahneye cıkarsam soylicem tek sarkının ella fitzgerald - cry me a river olacağını, italyan lisesi'nin ruhuma cizdiği o karısık ama kişilikli çizgileriyle hep gurur duydugumu, erkekleri her zaman kızlardan daha 'tuttuğumu', dövmemi neredeyse omzumdan daha cok sevdiğimi,mükemmelliyetçiliğin beni çok yorduğunu, en büyük korkumun asansörde kalmak olduğunu, six feet under'ın son bolumunu 8 kere seredip her seferinde yarım saat ağladığımı, bana geçmişi hatırlatan en büyük gücün kokular olduğunu, 4 sayısını çok sevdiğimi, eski türk filmlerinde esas kızla oğlanı diil sadece eski istanbul'u serettiğimi, sahip olmak istediğim tek arabanın jaguar sovereign 1987 olduğunu,freddy mercury'i çok sevdiğimi, beni her an her yerde ağlatabilecek tek şarkının caruso olduğunu, mona lisa'nın özelliğini asla anlayamadığımı, kertesz'e, escher'e, keith haring'e, rothko'ya çok hayran olduğumu, swatch koleksiyonu yaptığımı, bu ortaya cıkan yazıların on katını üstüsüte defterlerde saklı tuttugumu, salsa, çaça, tango, vals türü her türlü salon dansına sinir olduğumu, latinceyi çok sevdiğimi, iki katlı otobüslerde üst katta en önde oturunca hala çocukça bi mutluluk duyduğumu, şeftali yiip suyunun dirseğime kadar akmasını umursamadığım günleri özlediğimi, bütün kızlar gibi ofsaytın noldunu hic bi zaman anlamadığımı, saat tik takıyla asla uyuyamadığımı, ingiliz aksanına, ingiliz yağmuruna, ingiliz dizilerine, ingiliz snobluğuna bayıldığımı, lisede hastalıktan gebersem de sadece eğlence için okula gittiğimi, hayatta en sevdiğim 2 filmin you've got mail ve love actually oldugunu, herşeyi öğrenmek, herşey hakkında fikir sahibi olmak istediğimi ve bunun için gerçekten çok çabaladığımı, türkiye'den uzakken sadece zeytinyağlı biber dolmasını özlediğimi, rio de janeiro'ya gitmek istediğimi, kaslı vücütlu erkeklere sinir olduğumu, gülmekten gözlerimin etrafında şimdiden çizgiler oluştuğunu ve bunu hayatın herkese vermediği özel bir armağanı olarak kabul ettiğimi...

biliyo muydun?
bilmekle ilgilenio muydun?

bilmem.

tut.


(...)
"ondan bir cıkarım var mıydı? yoktu. işte burada soruna yakından bakmak gerekiyor zaten, en yogun şüpheler burada ortaya cıkıyor. şeytan herşeyin çıkarla, bayağılıkla, hesapla gerçekleşmesini ister. böyle olmadığını sezdiğinde acı çeker, kusar şeytan. onu bu vaziyette görmek güzeldir, kaskatı kesilir, büzülür, eşelenir, casusluk yapar, iftira atar, huzursuzlanır, salyalarını saçar, tekrar tekrar aksini ispat etmeye çalışır. bölmek, hüküm sürmek, ayırmak için uğraşır. hiçbir kanıt onu etkilemez, hiçbir şey onu ikna etmez. şeytan kendi dersini bellemiştir; herşeyin ve her bireyin bir fiyatı vardır, her şey satılabilir veya satın alınabilir. şeytan mı dedim ben? büyük harfle mi? bu aptalca mı? olsun. şeytan vardır, kendisiyle yüz defa bizzat karşılaştım. tanrı'nın varlığı ise daha az kesin, gizli bir eğilimdir belki de. şeytan polistir, tanrı ise kanun kaçağı: bu çok komik."


uzun zamandır hiç bir kitap beni bu kadar çok düşündürmemişti.

Monday, April 9, 2007

947

arkadasım dedi ki simdi mesela, sen birini seviyosun, adam sana diyo ki, ben mozambik'e yerlesiyorum, gel benle oraya...sen kesin gidersin!
baskaları gitmez mi ki? dedim.


gitmezmiş,
genelde gidilmezmiş.
kendini dusunurmussun biraz, butun hayatını baskasına baglamazmıssın.
baglanmazmıs.
ben hayatımı baskasına bagladıgım icin gitmem ki, gitsem.
nefes almak icin kalp gerekmez mi insana?
o kalp kalkıp giderse mozambik'e, ben onu mu beklicem burda?
istesem de kalamam ki, nefes alamam ki, yasayamam ki.

anlamak o kadar da zor degil aslında. iki kuvvet var, bi mıknatıslı uç, bir sabit uç. ben nedense, -belki de dogustan- hep mıknatıslı ucum, sabit duramıyorum, gidip bi sabit parcaya tutunuyorum. az cekerse az, cok cekerse uzun kalıyorum ustunde. ama sonunda ya o bırakıyo dusuyorum, ya ben atlıyorum. dengeler cok basit. yeryuzu bile her gun kendine cekmekten bi gun usanip birakiveriyo bizi, dusuyoruz, kaldıgımız yerden bizi alıp, onca yıl bizi inatla kendine ceken yeryuzunun derinlerine yerlestiriyolar bedenimizi. bi daha da hic ayrılmıyoruz ondan, onca yılın borcunu oduyoruz....onun icinde eriyoruz, onda kayboluyoruz, ona karısıyoruz, o oluyoruz.....


(...)
mi manchi tanto amico caro davvero,
e tante cose son rimaste da dire.
ascolta sempre e solo musica vera,
e cerca sempre se puoi di capire...



sölicek hicbiseyimin kalmadıgı bi gun, olmasın.
her turlu can acısına ragmen, ozlediklerim bitmesin.
calan sarkılar hep birseyler hatırlatsın.
ve herkes anlattıklarımdan baska birsey anlasın.


ama sanırım bugun hicbir sey anlatamadım.
siz gene de böle sevin beni!

Sunday, April 8, 2007





ISTER GUNES ALTINDA CAY ICIP MELEK OLALIM,
ISTER ICKIDEN NAPTIMIZI BILEMEYIP ASFALTLARA YATALIM;
HER TURLU,
LIFE TASTES MUCH BETTER WITH YOU!
847

bugun, aydinlikken hava, sicakken, ben daha bu mevsimde bu sicaga sasarken, bi sarki caldi. oyle mutlu etti ki beni, ve oyle kendime yakin hissettim ki, ustuste, ustuste dinledim, o kalabaligin ortasinda yurumeye calisirken........

(...)
durdum, sustum, gulumsedim,
gozumu actim,
ben degistim..
(...)

o kadar, o kadar bendi ki bu, daha once bunu hissetmedigime once sastim, sora da dedim ki, belki de o zaman gercek degildi bunlar, simdi gercek oldu. uzun zaman oldu kendi kendine gulumsemeyeli, uzun zaman oldu gozunu acmayali, hem daha once hayatinda hic bu kadar cok degistirmedin ki kendini. dogru dedim, bunlar dogru, ama simdi dogru, daha once sadece, sarkiydi....
o kalabaliga yakisti bu sarki.
o kalabalikta ask yoktu, ask aptallikti.
ve ben, hayal bile edemezdim bunu.

--

ondan 5 saat sora, cok baska biyerde, baska bi sarki caldi. hic beklenmedik bi anda, hic beklenmedik bi sarki. itti beni, ben dustum. daha fenasi, dustugum yerde kaldim, yine, ustuste ustuste dinledim, tek basima, bos eve donmeye calisirken.........


(...)
do you really think i'm made of stone baby? come on
do we only love the thing we own baby? you're wrong
certain things just happen when you make no plans
love can really tear you up and it can break you down
(...)

o kadar bir sey soyleyemedim ki bunun uzerine, gozlerim daldi, uzun uzun ayni yere baktim. aslinda ayni yere baktigimi sandim, o yer hep degisti, akti gitti. sora kendime dedim ki, daha once de yapmistin bunu, yapma. ya gercekten bak, ya gozunu kapa.

bu sehri ne kadar cok sevdigimi dusundum.
arkadaslarimi ne kadar cok sevdigimi dusundum.
kendimi ne kadar cok sevdigimi dusundum.
hayati ne kadar cok sevdigimi dusundum.
sevdigim ne kadar cok sey oldugunu dusundum.
ve bunu dusunmenin beni ne kadar mutlu ettigini dusundum.

sora bi anda, birisi bana yapmami soylemis gibi, cantamdan kucuk moleskine'imi cikardim, en sevdigim, cizgisiz, kucuk kara kapli defterimi. hala bitmemis olan defterimi. icinde neler neler cizili olan, ama kendime ait tek satir bir sey yazilmamis defterimi. basladigim gunu hatirladim, ilk sayfada yazan beckett ve twain'in sozlerini okudum. yaptiklarima baktim, yaparken neler dusundugumu animsadim. en son dolu sayfaya geldim, 2 tane telefon numarasi ve altinda o numaralarin sahibinin imzasini buldum, o gunu hatirladim. o gunden bu gune o deftere hicbir sey yazmamis oldugumu, cunku o gun bi devrin kapandigini ve o defterin de o devirde kaldigini gordum. yanindaki temiz sayfaya da aynen bunu yazdim.
o defter bugun kapandi, cunku zaman akti.
tek dogru vardi, pantha rei, ve bunu kabullenmek zamani simdi.
kalan beyaz sayfalar da, yasanamayanlar. her hayatta oldugu gibi.

ama ben, bu kadar kuvvetli olsam da, hala aglamak istiyorum.
baby, we're done.

Thursday, April 5, 2007

'cok iyi hatirliyorum' diye cumlelere baslamak, bitirirken o ani o an gibi yasamak, sora I remember december! diye sarkilar yapmak, her hatirladiginda, what the hell do you want demek, nefret etmek, asik olmak, asik olmaktan nefret etmek, nefret etmeye asik olmak....yorar, yorar! kafiye olsun diye degil, ama cok soru sorar, susmaz, sorar sorar bogar........iyi degil hatirlamak, iyi degil hatirlamalarla yasamak, iyi degil agzinda hep ayni tadi tasimak, gozunden ayni yasi akitmak, yuregine ayni tasi tasitmak............hem bil ki, kalbinden bahsederken yurek demek, orda bi aci var demek. lisedeyken, daha herseyi basindayken, yilmaz erdogan demisti ki, kalbim bir etten organ sadece, kalbim yuregim olur sen gelince. dokunmustu bu bana. kalbim mi, yuregim mi var bilememistim, dusunmemistim, farkedememistim.
gec kalmistim. kossamda, yetisemezdim.

bi tane duvarim vardi benim. ben ustunde otururdum. ayaklarimi sarkitirdim asagi,degmezdi yere uclari. cocuklugumdan beri, ayaklarim hic yere basmadi, yetisemedim. ama otururdum gene de. mutluydum ya yalniz, biri gelip hikayeler anlatinca da dinlerdim, hosuma giderdi, guzel seyler anlatsinlar isterdim, duvarin ustunden gordugum yetmezdi, ardini arkasini soylesinler isterdim. onlar gidince, yalniz kalirdim, etrafima bakardim. saga, sola, asagi. yukari bakamazdim, gunes vardi, gozumu alirdi, gozumu kisardim, oyle de bakmanin bir anlami olmazdi. asagi dogru bakinca, duvarimin renklerini gorurdum, hep farkli, ama hep renkli olurdu. bakardim kim neler cizmis diye. anlam veremedigim sekiller, cok iyi tanidigim resimler, uzaktan gozumun isirdigi yuzler. ne renkliydi, ne guzeldi hepsi. severdim. beklerdim yeni resimler cizsinler diye, yeni renkler ciksin ortaya diye. cikardi da. severdim. sevilirdim. sevinirdim.

bi gun ogretmen sinifta dedi ki,'' o duvarin iki tarafi tamamen birbirinden farkliydi. iki taraf birbirini hic tanimazdi bir taraf sirf kendi yasar sanir, digeri dunyanin orda bittigine inanirdi. bir taraf renkliydi, bir taraf gri. bir taraf kosar, digeri susardi. bir taraf yurur, ilerler, digeri sessiz, beklerdi. ikisi de birbirinin varligini hissederdi ama, goruntusunu karsisinda bulmaya yanasmazdi. baris var miydi arada? yoktur. savas? o da. iki taraf da, gucunu kendine kullanirdi, iki taraf da o dili sadece kendi kullaniyor sanirdi.
neydi peki ortak noktalari, nedendi bu kopukluklari, bilen var mi?''
o sessizlik, hic konusmadi. kimse bunun cevabini bulamadi.

dedi ki, o duvarin dibinde hep kopekler dolasirmis, uzerinde helikopterler, kenarlarinda kuvvetli isiklar, ve saginda solunda polisler. ama ozgurluk, ama duvarin diger tarafina olan merak, bilinmeyene buyuyen ask, oyle buyukmus ki, helikopterler ucadursun, insanlar tuneller kazmis o duvarin altindan, avuc avuc toprak birakmislar arkalarinda, gitmis, gitmisler, burunlari tekrar oksijen soludugunda, diger taraftalarmis. renkli insanlar griye doymus, griler renklere konmus. neye yaramis bu? zaten o duvarin yikilmasina bu kadar az kalmisken? zaten yillardan 89ken.. zaten bir devir kapandi kapanacakken..neye yaramis bu..yaptim demeye. ben oteye gectim, oraya gittim, herkesten once gordum demeye.yaptim demeye. yaptim. yaptim yaptim.
uzdu beni bu duvar hikayesi. ve onun cevresindeki hayatlar. hep uzdu. keske dedim, yikildigi gun orda olsaydim. yikildigi gun bi tarafi gri, bi tarafi renkli bi duvar parcasi dusseydi ayagimin ucuna, alsaydim. keske dedim, onu hep saklasaydim. keske dedim, bunu birilerine anlatsaydim. keske dedim, o birilerinin bunu anladigina emin olsaydim.

benim duvarim da boyle olur mu dedim, olmaz dediler, o cok buyuktu, cok insani ayirdi, cok insani kirdi, cok insani boldu dediler. ben dedim, bolmedim kimseyi, kirdiysam da, farketmedim. hem daha cok vaktim var benim, daha cok resim cizilecek, daha cok renge ihtiyaci var duvarimin dedim. oyle tabi dediler, gulduler gittiler. ben yukari baktim, gunes batmisti, gozlerimi kismaya gerek yoktu ama, gorecek birsey de kalmamisti......

'keske olsa, ben kismaya raziyim gozlerimi' dedim icimden...
icime inanamadim.
ama caktirmadim..



(...)
then something unusual, something strange comes from nothing at all,
i saw a spaceship fly by your window did you see it disappear?
.