Thursday, May 31, 2007

bazen sadece bahar aksamlarında apartmanın kapısının onunde oturup, bi gozu top pesinde kosan oglunda, bi gozu yoldan gecenlerde olan, elinde cekirdegi, agzında cıt cıt sesi, ayagında plastik terlik, altında basma eteği, kocasının servise cıkmasını bekleyen, ateste daima yemegi olan, mutsuz ama mutlu, fakir ama zengin, o kadınlardan olmak istiyorum.

Sunday, May 27, 2007

elisa day

hayatlar cakisir. hep olmaz bu ama, bazen. iki insan, iki dunya, iki cografya, ustuste gelir. ve altalta. ve yanyana.

dusunceler catisir. bazen ilk gunden, bazen sadece son an. ya saganak baslar, ya yalniz simsekler cakar, ard arda.

gecmisler carpisir. kimin gecmisi daha kuvetliyse o yikar karsisindakini, onun gecmisine gore yasanir otesi.

yaralar barisir. onu acanla degil belki ama, onu kapatabilecek olanla. gelecegin umuduyla. gozu kara.

ve ruhlar alisir. herseye. cakismanin, catismanin, carpismanin, herseye ragmen calismanin ve barismanin sonunda, ruhlar herseye alisir.
acitir mi? bazen cok acitir.
kurtarir mi? bazen sadece alismak, alisabilmek kurtarir.
.
.
.
.
.
zaman geliyo, daha uyunacak cok uyku, kosulacak cok yol, soylenecek cok soz, vazgecilecek cok fikir varken, kalkiyosun, uykun yarim, yollar onunde, sozler bogazinda, fikirler henuz sessiz.
biniyosun arabaya, gidiyosun. oradan 'yok' oluyosun. orasi, senden oncesi gibi kaliyo.
oyle garip ki, aglamasan da, makyajin akiyo, sesin catliyo, kalbin citirdiyo.
aglamak daha iyi boyle durumlarda, kalbinin citirtisi duyulmuyo.

gozlerinde akmak isteyenlerin agirligi, basinda yerine oturamamis dusuncelerin agirligi, omuzlarinda yasanmislarin agirligi, midende kelebekleri ezip onlarin yerine konuslanmis o kocaman tasin agirligi.
araba gidiyo, hersey akiyo. disinda da, icinde de. dusuncelerin midendeki tasa kayiyo, omuzlarin gozunden akanlarla sarsiliyo. o sirada kulagin en yanlis sarkilari duyuyo, kapatmaya elin gitmiyo, cunku dogru soluyo, cunku sana soluyo, seni soluyo, ve duydukca, canin acidikca, hepsi daha cekilir oluyo. daha cabuk tukeniyo sanki. daha cabuk bitiyo...
.
..
...
....
evet bitiyo. eninde. sonunda.ama;
.
.
.
.
"sen bana bakma, ben senin baktigin yonde olurum."

acelem hala, hep bu yuzden.

Tuesday, May 15, 2007

4/2005



yine dilek'le evimiz, altimizda seda'yla stella, bi sure sora onun altinda tutu. kimsenin kapisi kitli olmadan, kimse kimseden hicbisi icin izin almadan yasadik, cok guzel, cok yakin, cok sicak, cok dost, cok icice yasadik. gercekten kardesten daha yakin yasadik. uc evin de geleni gideni bitmedi, uc evin de eglencesi bitmedi. son gune kadar. en cok bu sene sarhos olduk, en cok bu sene birbirimize dayandik, en cok bu sene birbirimizi anladik, en cok bu sene birbirimizi koruduk.
ben yine o gecelerin birinde, naptimi bilemez haldeyken, tutu birine dogru kostu venue'de, ise yaramadi, arkasindan seda agladi bizim evde, bi ise yaramadi, ben bildigimi yaptim, yada bilmedigimi. sora bide dilek uyandi o gece, neler neler yapti benim icin.
ucu de neler neler yaptilar benim icin.
asla unutulmicak seyler yaptilar benim icin.

cok insan girdi hayatimiza, belki de gereginden fazla arkadasimiz oldu, cok fazla eglendik, cok fazla gezdik, tozduk, cok fazla tadini cikardik yasadigimizin. o yuzden belki de, hic bittigine inanamadik. hala inanmiyoruz ya, boyle geliyo, oldugumuz yerde agliyoruz. oturup bunlari yaziyoruz. birbirimize ben agliyorum, ama sen aglama diyoruz.
birbirimizi artik cok iyi taniyoruz, cok seviyoruz ve sanirim hepimiz biliyoruz, ordan kazandigimiz en iyi sey, yine "biz"iz.

3/2004




sudan cikmis balik gibi oldum, italya'ya gidince. 500 arkadastan 5 arkadasa, her gecesi dolu haftalardan, her gunu ayni zamanlara dondum. baslarda napicami bilemedim, yalniz hissettim. sora yalniz hissetmeyi sevdim. yalniz yemek yedim, yalniz ders calistim, varolan bir kac arkadasimi daha cok sevdim. en cok bu sene yazdim, en cok bu sene okudum, en cok bu sene sarap ictim, en cok bu sene guzel yemekler yedim. en cok bu sene kendime yetmeyi ogrendim.
aklim istanbul'da kaldi, kacip kacip her ay istanbul'a gittim. ama oraya dondugumde hemen eski hayatima girdim. eksi bes derecede ipek'i arayip gianni? diye sordum, bi kere hayir demedi, o sogukta, o soguk kaldirimlarda, o mukemmel dondurmayi yedim, kim bilir kac gece. bi gun hastaliktan olmeme ramak kalmisken, son hamle olarak kerem'i aradim, gel bana dedi, ilac vericek sandim, bi tabak kadinbudu kofte ve kiymali mercimek yedim, o an ayaga kalktim. sahip olduklarimi daha iyi anladim. cok fazla seye sahip olmam gerekmedigini de.
son gecemde, yine bir tas duvarda oturdum, ipekle karsilikli, uzun uzun.
orayi bile ozleyecegimi hissettim.
dogru hissettim.

2/2003



kendi evimiz oldu. sadece bizim evimiz. once sadece dilek ve bendik, sora dilek maria ve ben olduk. turkan ve gunseli'yle evcilik oynadik, onlar bize biz onlara. yemekler pisirdik, ac kaldik, temizlik yaptik, pislik icinde yasadik, hatta uc ayda bir koltugun icinden cikan emziklere maruz kaldik! o sene o evi cok! insanla paylastik. sarhos gelip anahtari kapinin ustunde unuttuk, ertesi sabah cikarken ayni yerinden alip kapiyi kitledik. dilek'e notlar yazdim, yukarda! diye, dilek notlar yazdi, asagida! diye. o evde cok guldum. o evde cok agladim. o evde cok bagirdim. cok sustum, cok dusundum.
cok eglendim. cok fazla, yine. house party diye bi kavram girdi hayatimiza, cok hizli hem de. venue'ye alistim, venue'yu cok sevdim, cuma aksami venue'ye gitme planini persembe'den yapar oldum. ilk seneki ege gitti, RL gomlekli, inci kupeli kizdan eser kalmadi, babamin kesik pantolonlari, cizgili coraplarim, patlak converse'lerim, kesik tshirtlerim, kliplerden gorup de yaptigim deli deli makyajlarim, ve sinav zamani, tam o panigin ortasinda, sabahin 9unda dilek'le kestirdigim acaip saclarim.
kuaforden cikip da kutupaneye girdigimde beni kimsenin tanimamasi. ve sorasinda her gun o saclari havaya dikmek icin 2 saat once uyanmalarim. ve tabi ki, su anda butun bunlara hala inanamamalarim.

iste tam o sirada hissettigim, ozgurluktu. sadece ozgurluk. gercek ozgurluk.
benden sadece ben'in sorumlu olmasi.
bu yuzden, dahasini istesem de yapamazdim.
kimse yapamazdi. bu sinirdi. ben zorladim.
iyi ki.

1/2002



herseyi bildigimi sanarak basladim. hicbir sey bilmeden basladim. o zaman, hala, kucuk oldugumun, simdi farkindayim.
herkesle ilk kez karsilastim. cok insanla tanistim, cok insanla kaynastim, bir kacini tuttum hic birakmadim, bazilarindan bir daha hic haber almadim, sadece selamlastim. her gun daha cok insanla selamlastim. derslere girdim, hep erken girdim, gec ciktim. derslerde not almaya calistim, ayni anda hem dinlemeyi, hem yazmayi, hem anlamayi ilk bi ay beceremedim. venue'ye butun sene 5 kere gittim, bu ne bole dedim, hic semedim. istanbul'dan arkadaslarim ziyaretime geldi, cok sevindim, orayi daha da evim, benim gibi hissettim. yanima gelip heycanla 'r u seeing someone?' diyen cocuga, etrafima bakip 'no?!' diye cevap verdim. pazar sabahlari guardian alip okumayi ders bildim, cok sey okudum, ogrendim. kalabaliklar icinde oldugu kadar tek basima zaman gecirmeye alistim, cafe nero'ya gidip saatlerce ders calistim. bu guzel hayata cok cabuk alistim.
cok alistim, cok sevdim, istanbul'a her donusumde orayi ozledim.
istanbul'a her donusumde cebimde daha cok hikaye biriktirdim.
bu henuz herseyin basiydi, daha onumde neler neler vardi, ne hikayeler, ne ozlemeler, ne dersler, ne dostlar..
sadece farkinda degildim.

DUA2

(...)

'kim olacağımı bilememekten ötürü tasalanıyorum; kim olmak istediğimi de bilmiyorum; ama seçmek gerektiğini pek iyi biliyorum. nereye gitmeğe karar verirsem beni yalnız oraya ulaştıracak olan güvenli yollarda yürümek istiyorum; fakat bilmiyorum, ne istemek gerektiğini bilmiyorum.
kendimde bin bir mümkünün var olduğunu hissediyorum. fakat bunlardan yalnız bir tanesi olmağa rıza gösteremiyorum. ve her an yazdığım her sözün, her yaptığım hareketin, çehremin silinemeyecek yeni bir çizgisini meydana getirdiğini düşündükçe ürküyorum. öyle bir çehre ki, bir seçime varamadığından, onu cesaretle sınırlayamadığından kararsız, şahsiyetsiz, korkak olarak tespit edilecek...
tanrım, yalnız tek bir şey istemeyi ve durmadan onu istemeyi bana ilham et.'


andre gide

Friday, May 11, 2007

pass me by.


"kim'in ne'si" oldugunu bilmek
lazim.
cok iyi bilmek
lazim.
gerektiginde gururlanmak,
gerektiginde utanmak,
ona gore davranmak,
gerektiginde ayagini denk almak,
lazim.
bazen herkes gibi davranmamak,
bazen herkes gibi olmaya calismak
lazim.

kimin nesi, oldugunu bilmek hem iyidir hem kotu.
hayatindaki 'kim'leri sayarsin once. sira.sira.sira.sira.
ve onlarin 'ne'lerini. sen ve yaninda baskalari. sira.sira.sira.sira.
uzaktan bakinca gri, yaklasinca mavi.
kimin nesi oldugunu bilmek bunun icin iyi,
hem arkandan ittirir, hem durdurur seni.

bazen bakinca, bazen bazi kim'lerin hayatinda kendini goremeyince,
-eger ki olursa bu-
ne umutsuzluk, ne mutsuzluk;
icinde varoldugun daha degerli hayatlara bakmaktir cikis yolu.
bakmak ve kendini gormek.
guzel gulen, guzel yuzunu.

bazi kim'ler, kimi kim'lerden daha kiymetlidir.
yalana gerek yoktur,
-hic olmamalidir, gerekiyorsa kalp gerceklerden kirilmalidir,yalanlardan degil-
bazi kim'lerin ne'si olusun,
daha cok haz verir.

iste o iki 'kim' carpisinca,
-sen ve o-
cok ses cikar.
gurultu degil ama,
sadece !ses!

hem basi, hem sonu unlemli.
unlem, hayatta onemli.
herseye nokta konmaz.
konmamali.
bazi seyler, oldugu gibi, asili kalmali.



bonus track: something about us/daft punk.
resim: salvador dali, 1971.

Tuesday, May 8, 2007

DUA

a dios le pido, que mis ojos se despierten con la luz de tu mirada,
yo a dios le pido que mi madre no se muera y que mi padre me recuerde,
que te quedes a mi lado y que más nunca te me vayas mi vida,
que mi alma no descanse cuando de amarte se trate mi cielo,
por los días que me quedan y las noches que aún no llegan
que mi pueblo no derrame tanta sangre y se levante mi gente,
que mi alma no descanse cuando de amarte se trate mi cielo
a dios le pido un segundo más de vida para darte y a tu lado para siempre yo quedarme
un segundo más de vida para darte y mi corazón entero entregarte
un segundo más de vida yo a dios le pido;

y que si me muero sea de amor y si me enamoro sea de vos
y que de tu voz sea este corazón todos los días
a dios le pido...



butun duam, bundan ibaret olabilir.

Friday, May 4, 2007

esas cocuk ege soley

istanbul'un hangi kosesinde oldugunu hic hatirlamadigim, karanlik, dar merdivenli bi apartmanin 3uncu katinda bi kapinin onunde, annemin elini tutmus calinan kapinin acilmasini bekliyordum. korkudan, panikten olerek, muhtemelen bunu da cok belli ederek. kapi acildi. iceri davet edildik, salona gectik, oturduk, benim gibi bir kac kucuk kiz daha vardi etrafta. yine de sanirim en telaslilari bendim. oturdugum koltugun tam karsisinda kocaman camdan bir duvar vardi, hicbirsey ifade etmeyen. hicbir seye anlam veremememin yanisira neyi ne kadar yapacagimi da kestiremiyordum. susuyordum. tanimadiklarimin yaninda her zaman yaptigim gibi.

sora biseyler oldu, bir kac cocuk daha girdi iceri, insanlar hareketlendi, cam duvarin arasina gittiler geldiler, hersey cok karisik oldu benim gozumde, cok hizli gelisti, ver ben 5 dakika sonra kendimi o cam duvarin diger tarafinda buldum. daha once hic gormemistim boyle bir yer, nereden gorebilidim ki? o yasta kac cocuk gorebilirdi ki? ama ben hayatim boyunca hep sansli oldum, bu da onun bi parcasiydi, yukardan dusen renkli balonlardan biri...

kocaman bir masa vardi onumuzde, yada o gun onu sadece masaya benzetebildim. ve yaninda kocaman kolonlar, hoparlorler. masanin basinda daha onceden tanidigim bir yuz, kulaginda kulakliklar. onumde iki katim kadar bir mikrofon. arkamda diger cocuklar. cok uzakta goz ucuyla farkedebildigim, biraz once biraktigim koltukta oturan annem. yanimda yine tanidik bir yuz, mikrofonu benim boyuma ayarlamaya calisan. hep gulumseyen, bizi rahatlatmak icin, hatta sanirim sadece beni. korkudan olmemem, yada aglayarak ordan kacmamam icin...
cok denemelerden sonra, mikrofondan sesimiz cam odanin diger tarafina ulasti, bir anda bir muzik yukseldi, ve o an anladim ben isin ciddiyetini.. artik ordan kacmak icin de, annemin yanina kosmak icin de cok gecti. is ciddiydi.
her birimizin eline sarkinin sozlerinin yazili oldugu birer kagit verildi. once benim yanimdaki o tanidik yuz soyledi bize sarkiyi bikac kere, biz onu dinledik. sora bize geldi sira. o anda anladim ki sadece ben degildim panik olan. catlamisti sesler, onca cocuktan cikan sey ses degildi, soyledigimize sarki denmezdi, fisiltiydi, cekinmeydi, heyecandi..
.
.
.
.
cok denedik, cok ugrastik, sonunda yaptik. hepimiz sesimizi yukseltmemiz gerektigini anladik.
soyledik, bitti.
nihayet.
daha dogrusu sadece bana oyle geldi.

-dur bakalim, sen nereye gidiyosun onlarla??
tanidigim yuz beni kapidan cikmakta olan diger cocuklardan ayirip kucagina aldi. cam odaya girdik tekrar. ve ben mikrofonun onunde. tekrar. tek basima.
-bana o arkadaslarinla soledigin kismi bi keren de yalniz soler misin?
-olur...
gene catlamisti sesim korkudan. ama alismistim, biliyordum ne yapacagimi en azindan.
ve diger cocuklar cam odanin diger tarafinda beni izlerken, annem koltukta onlarla bana bakarken, ben artik ezberledigim satirlari tekrar soyledim.
bu sefer cok da korkmadan.
bitti.
nihayet.
ciktigimda garip bi his vardi icimde, hem cok mutluydum, hem hala merak ediyodum bu isin nereye gittigini.
annemin elini tuttum, tam kapida bi zarf uzattilar bana.
kazandigim ilk para.
30 bin lira.
.
.
.
.
hayir tabi ki orda da bitmedi. sarki yapildi kaset cikti, kasedin kagidinda
"esas cocuk: ege soley" ibaresi uzun sure konusuldu cevremde.
klip cekilecek dendi.
neslihan yargici'ya gidildi. bize diktigi bembeyaz elbiseler, ve uzun sure cok konusulan o kocaman bembeyaz sapkalar denendi, giyildi.
arkasindan okuldan izin alindi, ben 3 gunumu klip cekimlerinde gecirdim.
beyaz etegimle, kafamda kocaman beyaz sapkamla bembeyaz sahnede benim gibi giyinmis cocuklarla dans edip sarki soler gibi yaptim. gercekten eglendim.
3uncu gunun sonunda, cekimler bitti sanmisken, butun cocuklar evlerine donmusken, sahne toplanirken, yine birileri kucakladi beni,
-seni bi de yalniz cekebilir miyiz?
yuksek bir tabureye oturdum, karsimda bir kamera, onun yaninda yonetmen, onunda yaninda bir ekran, ekranda ben; ayaklari yere degmeyen gozunden yorgunluk akan ben. ama artik napicani ne soliceni iyi bilen ben.
bi anda yine kendi sesimi duydum biyerlerden, artik sadece agzimi oynatmam gerekiyordu, sadece 4 satirdi, cok az kalmisti, dayanmaliydi yorgunluga.
bikac deneme yapildi, oldu, bitti.
bu kez sadece sadece agzimi oynatiyordum:
bum bum bum
daldan hop dala uctum..
.
.
.
.
hepsi bitti, en zevkli zamanlar basladi. klip ilk kez bir baska gece'de cikti. kendimi televizyonda gordum.
kendi yuzumu. kendi sesimi.
ve en cok o zaman heycanlandim.
o heycanimi da zaten hic unutmadim.

o gun bugun, ikinci bi mikrofon, ikinci bi studyo kafamin bi tarafinda, hayaller dolabinda.
olmadan, olmem. olmicem.

Thursday, May 3, 2007

carp! ma.


iki tren var.
karsilikli yollarda.
biri bi tarafa gidiyo, digeri diger tarafa.

sora bi an geliyo, ikisi ayni anda, ayni noktada bulusuyo.
ikisi de hizli gidiyo ya, birbirlerinin yaninda da oyle hizla geciveriyolar iste.

ama ne hizla.
ama ne hazla o hizda.

ve o hizin icinde, bi anda gelip, baska bi anda yine oyle giden o telas esnasinda,
birbirlerinin camlarindan iceriyi, iclerini gormeye calisiyolar.
oldugu kadar,
gorundugu kadar.
o bikac saniye, veya bizim zamanimizda bikac gun, ay yada yilda ne gorurlerse goruyolar,
digerine dair.

ve sora bitiyo, bi anda.
bitmemesi icin, her ikisininde kilometrelerce uzun olmasi gerekiyo, hic sonunun olmamasi hatta.
o yuzden,
bi noktada mutlaka bitiyo.
huzurlu ama sikici, agir, sessiz yesillik
tekrar basliyo.



tanidik mi?

yaz

Yaz gelirdi, ben kucukken. Gercekten gelirdi. odadan cikip, arkasindan kapiyi kapatip, uzun sure hic gorunmeyen biri nasil giderse, vakti gelince nasil donerse, oyle gelirdi, oyle donerdi. Once sesi cikmaz, sora yavas yavas belirirdi. Biz beklerdik, sabirliydik, dokuz ay sonunda, o uc ay dogardi. Gokuyuzu karninda tasirdi gunesi, gostermezdi, kardes bekleyen cocuklardik hepimiz, gokyuzu, ikinci annemiz.

Hava isinirdi, icimiz isinirdi, gunler isinirdi, gunler uzardi, sokakta oynama iznimle birlikte. Sabahin korunde cikardim evden, televizyondaki amerikan dizilerinin hevesiyle, komsudaki arkadasimi uyandirmak icin camina tas atardim. Filmlerdeki cocuklar hemen uyanip disari bakardi, benim arkadasimsa cam kirilana kadar kalkmazdi…o zaman bu zaman, kirdigim camlarin haddi hesabi olmadi.
Keske hala sadece camlar kirilsa hayatlarda.
Keske kirdigimiz hersey yapissa,
keske bugun yaptigimiz hersey bize yakissa…

Sabahlari kimse sevmezdi, sabahlar bir turlu gecmez hic bi oyunun tadi tam alinmazdi. aksamustu baslardi en mutlu saatler; bize mutlu saatlerin cabuk bittigini ilk aksamustleri ogretti..biz hic ogrenmek istemedik, cunku henuz ogrenmemize gerek yoktu, cunku yarinin da bir aksamustu olacakti, ertesi gunun de, o uc ay boyunca, her gunun bir aksamustu vardi, hepsi onumuzde, hepsi bizimdi..ama o kucuk dunyalarin da, kendine gore dertleri vardi, hayatin, oyunlarin, en heyecanli anlarin sekteye ugramasi an meselesiydi bazen.. herkesin gozu onun uzerindeyken, havalanan top yandaki evin catisina kacardi, kacmakla kalmaz,orda kalirdi. hepimiz cok kuvvetliydik ya nedense yetmezdi hic birimizin boyu oraya, ona ulasmaya. Hatta bazen daha da kotusu gelirdi basimiza, o plastik bakkal topumuz hic yoktan patlayiverirdi, korkardik belli etmeden. Hemen arkasindan kim patlatti kavgasi baslardi, konustukca sisecekmis gibi, kavga uzadikca uzardi…hepimiz cok cesurduk ya nedense yetmezdi hicbirimizin cesareti bakkala gidip top calmaya..para anlamsizdi, bakkal yakindi, o zaman yapilacak tek sey oraya kadar yurumekti.. dusundukce geliyor gozumun onune, yanima birini takip bakkala kosturmam, acele acele. yanimdaki iceri girer amca o ciklet var mi, bu cikolata kac para derken, ben kapinin yanindaki kocaman file torbanin buyuk deliklerinin arasindan bi topu yuruturdum, dunyanin en stresli ani da olsa, en guzel rengi secerdim, topu elime aldigim anda saklanirdim koseye, arkadasimin gelmesiyle elimdeki topa bakmasi, bakmasiyla gozlerinin parlamasi bir olurdu. Ne buyuk gururdu o, ne onemli bir guc gosterisiydi..digerlerinin yanina donerdik, elimizde yepyeni bir top, buram buram plastik kokan, en yeni, en son zaferimiz..

Saatler ucar, zaman gecer, hava serinler, ortalik sakinlesirdi, butun gun kavga edip bogusmus olanlar bile yorgun argin yanyana otururlardi kaldirimda. Zaman kavrami daha oturmamisti kafamizda, aksam neydi, gunduz kacta biterdi, yoktu bunlarin cevabi hicbirimizde. Umrumuzda da degildi, ne kisin sogugu kalmisti artik, ne odevlerini bitirdin mi diyen anne sesi…sicakti, cok sicak, annelerimizse sadece aksamlari yemege cagiriolardi bizi. kan ter icindeki bizi.. Hava hala aydinlikken babalar eve donerdi, tam da o zaman duyulurdu annelerin sesi. Hadi gel yemege, baban geldi! Hep ayni cumle, her aksam, bir babasi olan her evden. Kimse eve donmek istemezdi, kimse uslanmak istemezdi, kimse yine karanligin cokmesini istemezdi. Eve donmek demek yine sozunu dinlemekti, eve donmek demek normale donmek, kurallara boyun egmek demekti. Herkes bunu bilirdi, hic kimse annesinin onu ilk caigirisinda donmezdi. Herkes duyardi ama kimse isitmezdi. Nasil olsa anneler hep oradaydi, nasil olsa bikmadan cagiracaklardi, nasil olsa bizsiz yemege oturulmazdi.. Babalar gorununce pencereden ama, o zaman is degisirdi, alelacele yarin gorusuruz denirdi, kim kiminle ayni takimda olacak, kim kimi nasi yenecek, kim kimden daha guclu kavgalari yapilirdi son kez, sonunda plastik bakkal topunu eve goturme sirasi kimdeyse alirdi onu kolunun altina. bisikletler surulmez, itilirdi artik. Bunlarin hepsi bes dakika icinde olup bitince, sokakta hic bir cocuk kalmayinca, karanlik iste o zaman tam anlamiyla cokerdi..
Sesimiz kalmazdi geride belki ama, izimiz coktu, arayip bulana…
Cok, hala.

O zamanki dertlerimizi ozleyecegimizi, o yazlarin bir daha hic gelmeyecegini bilemeden kostuk, dustuk, kalktik.
bilsek farkli seyler mi yapardik?
yazlari mi uzatirdik, kislari mi durdururduk,
sokakta mi uyurduk?
hic birine yetmezdi ki gucumuz.
Yeter sanardik,
Sandigimiz icin her zamankinden cesurduk.



Bunu hatirlayan var mi?
2004, bologna,
herseyi ozlerken,bir gece araya bir de cocuklugum karismisken.

Wednesday, May 2, 2007

bir tabula rasa olarak luxembourg

enteresan biyer burasi. enteresanligi, hic bir enteresanligi olmamasi. evi duz, yolu duz, insanlari duz, havasi duz, gunesi duz, tasi duz, tepesi duz, agaci duz. dumduz.
hayatimda hic bu kadar duz bi ulke gormemistim. anlatilmaz yasanir.
yasiyoruz biz de. fikra gibi hem de. 6 fransiz, 3 italyan, 3 turk. allahtan bu 12 kisinin hicbiri duz diil. hic biri. o yuzden bu hic duz olmayan 12 kisiyi buraya cagirmislar, ulkemiz cok duz, sekil verin biraz diyolar. geziyoruz, inceliyoruz biz de, nereye ne sekil verilir dusunuyoruz. uc haftanin sonunda dusunmekten fazlasini yapmis olmayi umuyoruz.