Tuesday, January 13, 2015

bütün.



bundan 4 sene önce, istiklal'in arka sokaklarından birinde, sürekli gittiğimiz o yerdeyiz. anlaşmadan, konuşmadan kendimizi her cuma orada buluyoruz. kimse başka program yapmıyo, kimse başka bişey yapmayı düşünmüyo. sağda solda bişeyler yiip, azcık içki içip kendimizi oraya atıyoruz. mevsim yaz, hava gecenin o saatinde bile yapış yapış. herkes barın dışında, sigara içme, kız kesme, adam tavlama derdinde. biz içerdeyiz. adam peşinde olanımız da yok, sigara içenimiz de. bizim derdimiz içimizdekiler; bütün hafta tuttuğumuz sıkıntılar, kurtlar. itiş kakış içeri giriyoruz, içerisi boş, içerisi gürültülü. içerisi bizim. biri cin tonik söylüyo bana. biri dümdüz sarhoş olmak için long island ısmarlıyo, öbürü çok içip gelmiş, anca bira. içerisi boş, içerisi gürültülü. dışarıdaki sokak ne kadar başkalarınınsa, içerisi o kadar bizim. kapının önündeki kaçamak bakışmalar, açık saçık konuşmalar, yüksek topuklar ne kadar onlarınsa, içerideki bangır bangır dedikodularımız, ağır kahkahalarımız, kirli converse'lerimiz o kadar bizim. nasıl dansettiğimizi bilmiyoruz, kaç saat dansettiğimizi bilmiyoruz, neden her cuma burda, böyle deli danalar gibi dansettiğimizi, hiç bilmiyoruz.

bi cintonik daha, long island fena çarptı, ay bira ne ya.. ya kylie minogue mu bu çalan? 

saatler geçiyo, kan ter içinde kalıyoruz.
ama sanılmasın kendimi kaybettim, ben cin gibiyim. telefon elimde, gözüm üstünde. saat geçtikçe, içki içtikçe, bi michael jackson daha çaldıkça, giderek daha mutlu oluyorum. tek bişey eksik. bu giden mululuğun bir yere varması için, tek bişey eksik, onu bekliyorum. sonra bir anda telefonun sarı ışığında bikaç kelime beliriyo, önce ben okuyorum, sonra dans eden kızların hepsinin tek tek kolunda tutup, onlara okutuyorum. hepsinin yüzü aydınlanıyo, telefonun ışığından değil, orada yazanların yarattığından. onlar gülümsüyorlar, ben gülüyorum.

 ama hemen değil, biraz daha dans etmem lazım. 

ediyorum da. bon jovi çalıyo arkada, ben elimdeki bardağı kafama dikiyorum. para bırakıyorum birilerine, sarılıyorum hepsine tek tek. içimdeki sevinç bon jovi'nin çığlıklarından daha yüksek.
çıkıyorum kapıdan. istiklal'in en güzel saatleri. herkes sarhoş. herkes mutlu. herkes orada, herkes o an'da. kimse yarını düşünmüyo, kimse bir dakika sonra ne olacağının hesabını yapmıyo.
ben de.
koşar adım ilerliyorum ara sokaklarda.
o ara sokaklar ki, ömrüm geçti yollarında, onlar bile şaşıyorlar şu son'suz ve sorumsuz heyecanıma.

***

bu cuma, kimbilir saat kaç. elbet yine cin tonik var kanımda. suriye pasajının arka kapısından çıkıyoruz. istiklal'in en güzel saatleri. herkes sarhoş. herkes mutlu. herkes orada, herkes o an'da. kimse yarını düşünmüyo, kimse bir dakika sonra ne olacağının hesabını yapmıyo.
ben de.
tam inerken yokuştan, gözüm takılıyo, barın içine bakıyorum. dışarısı kalabalık, içeride birkaç kız deli gibi dans ediyo. ege de orada. elinde telefon, bi yandan dans ediyo, bi yandan 3 dakikada bir telefonuna bakıyo. saçı kısa, eteği uzun, converse'leri pislik içinde.
bir anda koşarak gidip ona sarılmak istiyorum. yıllar yılı bu geceleri unutamayacaksın, hiç bu kadar mutlu olmayacağını sanacaksın. sonra öyle zamanlar gelecek, çok üzülüceksin, bu günleri çok arayacaksın. ama sonunda hepsi geçicek ve sen hiç olmadığın kadar mutlu olacaksın demek istiyorum. inan demek istiyorum. ah, neler demek istiyorum.

demiyorum. bırakıyorum dansetsin, bırakıyorum ümitlensin, bırakıyorum ağlasın, üzülsün, gülsün, düşsün, kalksın.
koşmasın, yürüsün. bırakıyorum büyüsün.
elimi tutan ele bakıyorum, gözlerimi kaldırıp gözlerine bakıyorum.
farkında değilim, gözlerimden sicim sicim yaşlar akıyo.
sarılıyo bana. sarılıyorum ona.
o an, tam o an, o içerideki ege'ye olan borcumu ödediğimi hissediyorum.
gözlerimi siliyorum, gülümsüyorum, yeniden elini tutuyorum.

hadi diyorum.
aşağı doğru yürüyoruz.
kendimizi, yine, yeniden, İstiklal'in derin sularına teslim ediyoruz.
yıllarca karaya vursak da, artık kendi koyumuza ulaştık çünkü, biliyoruz.

hadi.