Tuesday, December 29, 2009

respect.



R. Mapplethorpe
Tulip / 1985.

state of ruin & permanence of things.


gecen gun marais de yururken, wanted paris diye bi galerinin onunde bu fotograf yuzunden 15 dakka falan kalakaldım.
resmen, nasi bi etki yaptıysa bi anda ustumde, yuruyup gidemedim, ona bakakaldım.
devasa boyutlarıyla durdu karsımda, ben kucucuk, onun karsısında dikildim, seyre daldım.
tanrım!

hep diyorum, beni binalar, insan elinden cıkma yapılar, tanrının yarattıklarından daha fazla heyecanlandırıyo bazen.
insan halimizle neler yapabiliyoruz diyorum, diger tarafta tanrı var ya, o zaten herseyi yapar ya, ben, bizim bu kucuk, aciz halimizle neler yapabildigimize daha cok sasırıyorum.

yapabildiklerimize ve yıkabildiklerimize.
iki guce de ne kuvvetli sahip oldugumuza, icimizde.

bu fotograf, adams theatre, detroit.
'otomobilizasyon'la ruhunu kaybetmis detroit'in, kaybolmus ruh'unun fotografları.
ve daha bir suru yıkıntı. tiyatro, otel, fabrika, okul yıkıntısı.

iki fotografcı adam: Yves Marchand ve Romain Meffre.
web siteleri: http://www.marchandmeffre.com/

ve fotografları hakkında soyledikleri bir cumle:

"The state of ruin is essentially a temporary situation that happens at
some point, the volatile result of change of era and the fall of empires.
This fragility, the time elapsed but even so running fast, lead us to watch them one very last time :
being dismayed, or admire, making us wondering about the permanence of things."

iyi bakın.
ama benim korktugum kadar korkmayın.
gerek yok.

Sunday, December 27, 2009

FP

"Bazen, geceleyin uyandığımda alın yazımı dokumakta olan, görünmez eller hissederim."

"ask degil onemli olan, askın civarındakiler.."


huzursuzlugun kitabi, bitti.
ama sanırım bu kitap, bu huzursuz ve hayalci adam hemen bitmeyecek.
acıp acıp tekrar okicam.
ki zaten, okunanların yanına yerlestirmedim henuz, hala masamın ustunde.



"...duygularımın acıtan keskinligi, en mutluluk verici olanların bile; duygularımın mutluluk veren keskinligi, en acıtanların bile.

Bir pazar sabahı, epey gec bir saatte, gunlerden sonsuz bir ısık gununde yazıyorum, yarıda kalmıs sehrin catılarının ustunde, hala anlatılmamıs bir göğün mavisi, yıldızların gizemli varligini unutulmusluğa hapsediyor...

Bende de gunlerden pazar..."

Saturday, December 26, 2009

hello, my love..


kısın ortasındayken, hava soguk, ellerim buz kesmisken,
yaz bi daha hic gelmicekmiş gibi.
sanki simdiye kadar gecirdigimiz butun yazlar, o sıcak sabahlar, o esintisiz aksamlar yasandı bitti,
artık bi daha hic olmicakmis gibi.

artık hayatımız, hep kışmış gibi.

ne martı sesi,
ne dalga sesi,
ne bi adanin, ıssız bi tepesindeki gurultulu hayallerin sesi,
hic biri bu soguk ruzgarın ugultusunu gecemez gibi,
sanki.
.
.
.
.
ama belki,
gene yaz gelir belki..
hem gelirse, ve beni bulamazsa, olmaz ki?
onun icin, beklemeli..
herseye ragmen, inanmalı gelecegine
ve beklemeli.

Friday, December 25, 2009

"Benim hep acelem vardı, hep işim vardı. Onunsa, bana dünyayı hep güzel gösterme gayreti..."





asık olmak,
asık oldugun insanla 60 sene yasamak
ve o bu dunyadan gittiginde hayatın koca bir kara delige dusmesi, bu demekmis...



A. Arman'in, Hakki Devrim roportajı.
Gozlerim dolu dolu.

hani

"hani, yana yana dibine varmış bir mumun içinde oluşan oyuğun çeperi bir noktasında patlamış, eriyik madde dışarı akmış, fitili de açıkta kalıp tükenmişken, çatlağı akmış maddeyle doldurup tıkayarak bitkin fitili yeniden yakınca, ufacık, güçsüz, belli belirsiz; ama pırıl pırıl, yoğun, direngen -altı canlı mavi; üstü parlak sarı- bir alev elde edersin ya- onun gibi işte..."


OA

..

Yorgun beynime
düş
me

Ya
ğ




OA

bonne fete!

- sence ben de papa olabilir miyim?
- biraz gec artık onun icin..
- niye belki ben 'o' yumdur?
- su goruntunle hic o gibi durmuyosun kusura bakma.
- niye, papa lays yemiyo mudur?

Sunday, December 20, 2009

na'vi


bu adamlarınki beyinse, bizimki pacavra.
onlarınki hayalgucuyse, bizimki palavra.


daha once hayatımda hic gormedigim bisey gordum bu gece.
Avatar'ı gordum.
onunla aynı zaman dilimini, reel olarak paylasmaktan, mutlu oldum.

Sunday, December 13, 2009

hayatımın kadınları







en son istanbul'a geldigimde,
bu kadınların bi gun bi 5i, ertesi gun obur 5i benim icin herseylerini bırakıp karsıma gectiklerinde,
ben onlara anlatıp, onlar beni dinlediginde,
ben guldukce gulup, durdukca durup, konustukca sustuklarında,
bi kere daha, ne kadar sanslı oldugumu farkettim.
hayatımı ne kadar guzellestirdiklerini farkettim.
beni ne kadar ben yaptıklarını farkettim.
yıllardır, zamanla diil, onlarla buyudugumu farkettim.
ve bi de, onları ne kadar cok sevdigimi farkettim.

iyi ki hep vardınız.
iyi ki hep varsınız.
sizi cok seviyorum.

Saturday, December 12, 2009

saatler/geyikler 'den


(...)

bazen ama bir insanla bir şey olur
kısa süren bir şey
iki geyiğin sıçrayıp havada öpüşmesi gibi;
bazı insanlarla
yıllarca görüşsen de
bir şey olmaz.

(...)

LM

Sunday, December 6, 2009

cok buyuk adamsın lorenzo.



" e le mie mani hanno applaudito il mondo, perche il mondo e il posto dove ho visto te. "




jovanotti deyip gecmeyin,
ask dedigin seyi, bu kadar yalın, bu kadar basit, bu kadar dogru anlatamaz herkes.
ortaokuldan beri cok seviyorum bu adamı.
ortaokuldan beri dinliyorum.
bak geldim kac yasıma, hala diorum, boyle sarkılar yazan adam cok yok ortalıkta.
var heralde bi bildigimiz...



Baciami baciami baciami!
Mangiami mangiami mangiami!
Lasciami lasciami lasciami!
Prendimi prendimi prendimi!
Scusami scusami scusami!
Usami usami usami!
Credimi!
Salvami!
Sentimi!

Tuesday, December 1, 2009

e un'ultima.

(...)
"ve uzak bir varliga konustugum dogruysa ve eger bugun olabilirlikler bulutuyken yarin gercekligin yagmuru olarak yeryuzune yagarsan - sunu asla unutma ki kutsalligin, hayalimde dogmus olmandan gelir. hayatta daima yalniz bir adamin dusu ol, bir asigin siginagi olma sakin...."

e ancora..

Tek dilegim tanrılardan beni unutmaları.
Ne uzgun, ne de hosnut, ozgur olmak,
Bir hic olan havaya can veren
Ruzgar gibi ozgur.
Sevgi de, nefret de arar bulur bizi.
İkisi de baskıyla, her biri ayrı ayrı.

Tanrıların hicbirsey
Bagıslamadıkları kisi ozgur olabilir ancak.

.
.
.
.
sırada,
Huzursuzlugun Kitabı.
dantel gibi adam fernando pessoa'nın "uzaklıklar, eski denizler" kitabını okudum.
okudugum cok cok ender ceviri siir kitaplarından biri. tanrıya sukur sevdigim butun sairleri kendi dillerinde okuyabiliyorum.

ama bu cevat capan cevirisi de cok basarılı.
.
.
.
(...)
Ah, butun rıhtım tastan bir ozlem kesiliyor,
Ve gemi rıhtımdan ayrılıp
gemiyle rıhtım arasında bir bosluk oldugu
Birden ortaya cıkınca,
Bilmem neden, yeni bir urperti beliriyor icimde.
Dogan gunun carptıgı ilk cam gibi
Kaygılarımın gunesinde ısıyan
Karanlık duygularla yogun bir sis,
Ve bir baskasının anlasılmaz bir bicimde
Benim olan anıları icinde buluyorum kendimi.

(...)

(denizlere ovgu'den)

BB

LIKE is watered-down love.
Like is mediocre.
Athletes don't do it for the like of a sport.
Artists don't suffer for the like of art.
There is no I like NY T-shirt.
And Romeo didn't just like Juliet


LOVE. Now that's the powerful stuff.
Love changes things.
Upsets things.
Conquers things.
Love is at the root of everything good that has ever happened and ever will happen.

LOVE what you do.

Saturday, November 28, 2009

Mattina

m'illumino
d'immenso.

hayatta yanyana en cok sevdigim iki kelime, bu iki kelime olabilir.

Friday, November 13, 2009

kuseyri

(...)

fevrinden ki yandım cürmünden ki korktum,
sana geldim ışımadan içimin gölgeleri.

Thursday, November 5, 2009

et, somut ruya

duvardan gecmek bir sey degil
etten gectin mi sen

her gunku bilinmezin
varlıgın oldugunu
anlamak gibi bir sey bu
hic ve her sey
ic ice
sende

kagıt ustunde bildigin
tenle birlesince

gundelik ve kainat
carpısıyor
cismin sandıgın
kor bedeninde

askla gecmistin onu
olumden once

simdi, yasadıkların gun sayıyor
kainat bilgisiyle


MM

Tuesday, November 3, 2009

beni kimse istemezse ben gokceyle evlenicem.



evlenme teklif ederken de, eger cok isterse fotoraftaki cok kıymetli stella mccartney ayakkabılarımı kendisine hediye edebilirim.
ya da yok, odunc verebilirim diyelim.
.
yuruyemiyo, o da istemez zaten.




(bu fotorafın yayınlanabilecegi en temiz mecranın burası olduguna karar verdim.hayrını gor.)

well, you're art..

saat 8 gibi, acıkınca evden cıktım.
nereye dogru, ne yemek uzere cıktıgımı bilmeden.
hafif hafif yagmur ciseliyodu, allahtan kapusonlu giymisim dedim icimden, kaldırdım kapusonu, bi bisiklet aldım.
hafif islaktı selesi, elimin tersiyle bi silip oturdum.
st germain'in kosesini dondugumde, hem ruzgar, hem yagmur artmıstı. ya da bilmiyorum, bana oyle geldi.
ve tam koseyi dondugumde, aznavour calmaya basladı.
kulagımda "hier encore, j'avais vingt ans", her noktama yagan yagmur, yolun kenarındaki kahverengi yapraklar, ısıl ısıl ama kendi halinde st germain ve butun bunların tam ortasında ben, bi an beni cok mutlu etti.

devam ettim pedalları cevirmeye, ben cevirdikce yagmur hizlandı.
o kadar ki, nereye gittigini bilmeyen ben, bir yerde durup artık yicek bisiler alması gerektigini farketti.
ani bi manevrayla, bizim butigin sokagına dondum, oraya parkettim bisikleti.
kosedeki sandvicciden bi 3 fromages panini, bi meyva salatası, bi coca zero aldım.
bisiklete geri dondugumde sele iyice ıslanmıstı, yagmur delirmisti. bi an vazgecer gibi olsam da, sanki sen seleden daha mı kurusun aptal ege dedim kendime, bu sefer elimin tersiyle bile silmeden kut diye oturdum bisiklete. torbamı koydum onumdeki sepete, tekrar basladım surmeye.
electric bird calmaya basladı bu sefer.
o sarki calınca, nerde olursam olim bagıra bagıra solemek istiorum, durduramiorum kendimi.
soledim de iste.
hem bisikletin ustundeyim zaten, beni duyucak adamın yanında bulunma surem 1 saniye diil bile, neyimden utanicam ki?
soliye soliye geldim, hatta bi kırmızı isikta sarkıyı bitmeden basa aldım.
kapıya vardıgımda hala electric bird calıyodu. bu da, beni bi an cok mutlu etti.

eve girdigimde, aslında ne kadar islandıgımın hala farkında diildim.
aynaya bakınca gordum gercegi.
ustumdeki yesil parka, baya siyah parka olmus.
ben zaten bastan ayaga sıcan olmusum.
ruzgardan kapuson mu durur kafada, saclar da sırıl.
ıslak kıcımı hic solemiyorum.
bide camları acık bırakmıstım evde, ustumun suyu aka aka onlara kostum, ev iyice ıslanmasın diye.
sora da hızla ev moduna girip 3 fromages'ımı yedim.
neyse ki cok sogumamıstı.
.
.
.
.
butun bunlar esnasında da, sık sık, tekrar tekrar, tanrı'nın beni ne kadar cok sevdigini dusundum.
cok cok tesekkur ettim.

ve bir de, eger sonunda donecegi sıcak bi evi varsa, bazen donuna kadar ıslanmanın insanı ne kadar mutlu edebildigini..

Sunday, November 1, 2009

...

(...)
iki kalp arasında en kısa yol
birbirine uzanmış ve zaman zaman
ancak parmak uçlarıyla değebilen
iki kol.

merdivenlerin oraya koşuyorum,
beklemek gövde kazanması zamanın,
çok erken gelmişim seni bulamıyorum,
bir şeyin provası yapılıyor sanki

kuşlar toplanmış göçüyorlar
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

...

18 yasında kaldım ben, hic buyumedim.
ne kadar ileri gittiysem, o kadar geri geldim.
kac y duserse dussun isminden,
ben onun siiriyle oldum, onun siiriyle bittim.

keske yalnız bunun icin sevseydim onu.

Saturday, October 31, 2009

back to 18

...
disarida sebepsiz gunes,
icimde yagmur sikintisi,
sen susuyorsun.

'beni anliyorsun degil mi?'

bu soruya rastlayamazsin
hicbir gercek trajedide,
cok aciklidir,
hicbir sey anlasilir degildir
Romeo'nun da
Julyet' in de
olumunde
anlayacak ne var,
ask icin yasamanin
ya da olmenin icinde.


YE

Saturday, October 24, 2009


bi arkadasımın da dedigi gibi; "the British never cease to amaze.."

speechless.

bu cumartesi aksamı, uc kisi bi yatagın ustunde, ustunuze afiyet dominoslarımızı yedikten sora dunyanın en sacma yarısması var mısın yok musun serediyoruz. benim zekam bu yarısmanın dengelerini anlamaya yetmiyo.
kim hangi kutuyu niye acıyo, neyi nası hissediyo hic anlamıs degilim. hatta biraz once cocuklardan biri "acılması gereken en mantıklı kutuyu actın" gibi bi laf etti. benim zekam bu yarısmanın mantıgını da anlamaya yetmiyo.

bugune kadar 5 tane 100 liralık banknotu ustuste gormemis insanlar, onlerine konan yuzbinleri elinin tersiyle itiyo. "rekor, bu gece, hissediorum, kahraman, kırmızı, 500.000" kelimeleriyle sonlarına kosuyolar, avuclarını yalaya yalaya. ve ben burda, bu aptal kutusunun icindeki aptallara bakıp, bu insanların sımarıklıgına ve gozu doymazlıklarına inanamıyorum. inanmak istemiyorum. hayatında hicbirsey olamamıs insanların, hayal ettikleri o kocaman parayla bu aksamdan itibaren "ailesinin ve mahallesinin kahramanı" olma idealine acıyarak bakıyorum.

"cok gerizekalısınız demek istiorum..."

bi yandan oraya insanları gaza getirmek icin konmus olan ve bagırmaktan surekli sesi kısılan amca "besyuzu bu aksam vermiceksek ne zaman vericez" diye deliriyo oldugu yerde. obur taraftan furkan denen chubby, ki kendisi benim bu 24 kisinin arasındaki favorim, kendini sukru saracoglu'unda sanıp fener tshirtuyle elinde yanmaya hazır mesalesiyle masanın tepesinde bekliyo. 9 kardesi olan ve butun kardesleri kendisine tıpatıp benzeyen yarısmacı adam ailesinin kahramanı olmak hayaliyle sacmalamanın doruklarında dolasıyo. bu 10 kardes birbirine o kadar benziyo ki bana uykusuzun kapagında kaan sezyumun yaptıgı butun suratların tayyip oldugu aile resimlerini hatırlatıyo.. butun bu surrealite, "hot blood'ın sundugu reklamlarla" kesiliyo. hot blood'ın red bull cakması altın sisesi beliriyo ekranda.

"olum bunu icsen direk ölürsün.."
"ben icemem ki, korkarım.."

.
.
.
.
.
.

show tv nin sezon reklamı mıdır nedir o, hani butun artisler sunucular falan dans ediyo, kosuyo, guluyo falan sacmasapan, orda bi ozlem yıldız'ın bacakları, bi guzelim kenan imirzalıoglu'nin bıyıkları dikkatimi cekip duruyo. ozlem yıldız'ın bacakları kimin olursa olsun da, kenan imirzalıoglu ve bıyıkları benim olsun!
.
.
.
.

Monday, July 27, 2009

imi timi bellisiz ince memed

"...allah, başkaldır ya kulum, demiş ve insan onun cennetine başkaldırmış. allah, başkaldır ya kulum, demiş, insanların bir kısmı başkaldırmış. onlar, allah indinde mutlu kişiler olmuşlar, bir kısmı, yani çoğunluğu, allah'ın emrine uymamış.allah onlara cehennemini vermiş. insan kendine , kendi yüreğine, kendi korkusuna toptan başkaldırmadıkça insan soyu bundan da beter olacak, aşağılanacak, zulüm, korku iliklerine işleyecek, insanlıktan çıkacak, bir solucandan da daha mutsuz olacak. solucanın gözü yok, kulağı, ağzı, dili yok, insanın var. insan soyu başkaldırmayı yemek, içmek, yaşamak, uyumak, çocuk yapmak gibi bir yaşama biçimi yapmazsa bugünden de bin beter olacak, içi boşalacak, duymayı, düşünmeyi, sevmeyi, sevişmeyi, dostluğu, arkadaşlığı, göğün, yerin, kurdun kuşun, akarsuyun, tanyerindeki ışığın, yürekteki sıcaklığını unutacak. allah buyurdu ki, ben sizi yarattım ki başkaldırasınız, siz beni dinlemediniz, önce kendinize, sonra başka insanlara, sonra her şeye, her şeye boyun eğdiniz, ne buldunuz, ne öğrendinizse, ne yarattınızsa hepsi boyun eğme üzerine oldu. ve boyun eğdiniz, ve boyun eğdiniz, ve boyun eğdiniz, boyun eğmeyenleri lanetlediniz, öldürdünüz, kustunuz, ve boyun eğdiniz, boyun eğmeyi, yemek yemek, su içmek, sevişmek gibi bir yaşama biçimi yaptınız. ve de öldünüz. ve de solucandan beter oldunuz. daha da olacaksınız..."

ne buyuksun sen ey 2163 sayfanın tanrısı yasar kemal.

Sunday, July 26, 2009

koselerim ve ben

eger bir marka kıyafet markasıysa ordan ayakkabı canta falan alınmaz.
ayakkabı sadece ayakkabı yapan yerden alınır. istersen en ucuz, en isporta olsun, sadece ayakkabı uretiyosa ordan alabilirsin, yoksa gidip mesela zara'dan ayakkabı alınmaz.

saat de aynı sekilde. sadece rolex, vacheron constantin tak demek degil ki bu, git sen de swatch tak.
ama mesela guess saat olmaz. gucci saat olmaz. armani saat olmaz. onlar saatci mi? diil. e ne konusturuyosun beni daha.

spor malzemesi alıcaksan ya nike ya adidas. kot pantolon alıcaksan levi's. gozluk alıcaksan ray ban. duz ayakkabı alıcaksan converse.
ama converse dedigin beyaz olur. hadi cok zorladın ya siyah olur ya gri olur.
ole desenli, puantiyeli, kareli, cizgili, cicekli, bocekli, deli kızın ceyizi olmaz. hayatta olmaz hem de!

thsirt de mesela. ya beyaz olur ya siyah ya gri. turuncu tshirt mu olur? onun sebebi baska, amacı baska. gerek yok.
al duz renk tshirt'u dogru sınırlar icinde kal.

parmagına yuzuk taktıysan bilezik takma. bilezik taktıysan yuzu takma. kolye taktıysan baska hicbisi takma. hele birden fazla zinciri ne bilegine ne boynuna, asla!

dovme varsa bir tane. yeter. deneme tahtası mı bu vucut ? yada cok istedin diyelim bisuru heryerinde, kendi aralarında bi bagı olsun onların, ya renkleri tutsun, ya sekilleri ,ya hepsi birlikte tamamlasınlar biseyleri. yoksa sırtında 2 kanat, kalcanda annenle babanın bas harfi, ayak bileginde el yazısı carpe diem, omuz basında nazar boncuguyla gecer mi hayat? guzel mi sanıyosun kendini simdi? ben sanmıyorum mesela.


biliyorum bazı koselerim hala cok sivri.
ama henuz törpülenme ihtiyacı duymuyorum.
iyiyim bole.

7 harf - jokerli.




trt'de son 562 senedir yayınlanan bir kelime bir islem programını,
panik atak hastalarına,
hiperaktiflere,
surekli kavga eden ciftlere,
hatta sadece kendisiyle kavga edenlere,
duygu inis cıkısı cok olanlara
siddetle tavsiye ediyorum.

seyretmeye baslar baslamaz hareketleriniz yavaslayacak, kalbiniz nromal hizda atmaya baslayacak, sinirleriniz gevseyecek ve ruhunuz agırlasacak.
"en duz yarısma" yarısması birincisi bir kelime bir islem, hayatınızdaki heyecan ve hareketi durdurmaya kesin cozum!


*fakat bu arada farkettim ki, eskiden turkce sorularında verilen cevaplarin dogrulugunu kanıtlamak icin gozluklu amcalar koskoca sozlukleri karıstırır ordan okurlardı - evet efendim, sıvaşık yani sıvaşmıs anlamında...-
gel gor ki devir degisti, trt de degisti, bugun genc bir trt hanımı ve karsısında bilgisayar ekranı..-hmm malesef sıvaşık kelimesini kabul edemiyoruz yoresel bir kelime olsa gerek..-

..ah bir de bir islem cozebilsem surda...

Saturday, July 25, 2009

kertesz


tıkıs tıkıs bi anfi, elinde mikrofonla heyecanla ders anlatan Marra, ve her sefer oldugu gibi, dersi en onden izleyen ben.
tam da buydu, agzımı acık bırakan fotograf.
hala da tam bu, her baktıgımda icinden baska seyler cıkaran fotograf.

o bir catal degil,
o bir tabak degil.
o bir fotograf.

Monday, May 18, 2009

paris

baguette'in sehri.
ucu ısırılmıs baguettelerin sehri.
kolunun altında ucu ısırılmıs baguette'leriyle isten eve donen insanların sehri..

Sunday, April 26, 2009

PESSOA

Follow your destiny
Water your plants
Love your roses
The rest is shadow
Of Unknown trees

Reality is always more or less than what we want
Only we are always
Equal to ourselves

It is good to live alone
And noble and great
Always to live simply
Leave pain on the alter
As an offering to the gods

See life from a distance
Never question it
There is nothing it can
Tell you, The answer
Lies beyond the Gods

But quitely imitate
Olympus in your heart
The Gods are gods
Because they don't think
About what they are!

Saturday, April 25, 2009

Hersey olmasi gerektigi icin oldugu icin rahat benim icim..
Herseyin olmasi gerektigi icin oldugunu kendime her sefer bastan ogretmek, benim isim..

1845

Sunday, April 19, 2009

And She fights for her life
As she puts on her coat
And she fights for her life on the train
She looks at the rain
As it pours
And she fights for her life
Where people are pleasently strange
And counting the change
And She goes...
Nobody knows...

Sunday, March 1, 2009

writers block

resmen icim kasınıyo, sunu da yazsam, bunu da anlatsam, deftere mi yazsam, yeni blog mu acsam, iste yaptıgım herseyin fotorafını ceksem, herkesi tek tek anlatsam, hepsini hikaye yapsam, su senaryoyu bitirsem, ona gondersem, buna gostersem, hemen bu gece bitirsem de yarın temize ceksem, 2 karakter daha eklesem de sunu silsem..

ama hic.
duruyorum.

bu aralar bi de, cok kitap okuyorum, hizli da okuyorum ustelik.
o kadar cok sey geliyo ki aklıma, o kadar cok sey yaratabiliyorum ki aslında, cantamdaki kucuk deftere uzanana kadar unutucam diye cep telefonuma kaydediyorum..sora onları listeler halinde deftere geciriyorum.

ama noluyo?
sora yine duruyorum..

film kareleri geliyo gozumun onune, sekans sekans, saniye saniye; tek tek de yazıyorum ustelik aklıma her geleni, ama hep karalama, hep karmasa, sorasında benim bile okuyamadıgım belirsiz bi dusunceler silsilesi..ya da hadi haksızlık olmasın, sorasında benim bile okuyamadıgım ama aslında birlesse belki biseye benzeyebilecek film kareleri...

senaryoyu yazdım bitti ya,
keske ben yonetebilsem! diyorum.
benim yazdıgımı kimse benden iyi hissetmez ya,
keske ben oynayabilsem! diyorum.

ama napıyorum?
sabah 8de ise gitmeden once kave icerken yazdıklarım,
"sabah 8de ise gitmeden once kave icerken yazdıklarım" olarak kalıyo..

ve onlar ole kaldıkca,
ben daha cok duruyorum..

ilham denen sey herneyse, onunla hic bi sorunum yok, her gun adım adım yuruyo etrafımda, metroda yanıma oturuyo, iste dukkana geliyo, aksam ruyalarıma giriyo..ama o bana ne anlatsa, ben onu rendeleyip etrafıma anlatamıyorum, ya unutuyorum, ya karalıyorum ya cep telefonu mesajı gibi sacma bi sekle sokuyorum..

ve sora yine duruyorum...

her pazartesi rejime giren kadınlar gibi,
her pazartesi olmasa da haftanın uc aksamı yarın artık baslasam! diyorum.
baslamıyorum.
.
.
.
.
.
bunu da yazdım ya buraya aylar sora,
artık baya idare eder bu beni..
.
.
.
hey allahım bak ne diorum hala!

Tuesday, January 27, 2009

neden bilinmez
alırsın yarı tuğla gibi kitabını
sarılırsın yatağa giderken
okumadan kaparsın gözlerini
içindeki dizeler
geçer gider gözlerinin önünden
bilirsin nerede ne diyor kime diyor
uyursun sonra
büyük saat akmaya devam etmektedir
uyku sürer
tüm saat kuleleri
yanlış da gösterse zamanı
bilirsin biri var bir yerde
saatin kaç olduğunu saklayan..

T.U.

17 yaşım,
agrılı başım...

Thursday, January 22, 2009

dialog

anlattıklarımı bir bir dinledi.
sonra bir anda durdu, her ne yapıyorduysa bırakıverdi, karsıma gecti.
eliyle uzanıp, yanındaki vazodan sarı bir lale cekti.

"bak," dedi.
"cicek dedigin tek sey ister, o da sudur.
ihtiyacı olan herseyi baska bir yerden bulur, ama suyun yerini baskası tutamaz."

"su olmazsa", dedi, durdu,
"ölür."

anlasam da anlamamıstım, baglasam da tutturamamıstım.
devam etsin diye beklerken, yine birseyler dokuldu dilinden.

"ama bu cicek, ne kadar su icmesi gerektigini bilmez.
durması gereken yeri gormez, hic bir zaman hayır demez.
sen ne kadar verirsen o kadar icer, hic doymaz, hep ister.
bu yuzdendir ki, bazen, fazla su icip olmesindense,
kurumaya bırakılmak onun icin daha iyidir."

sustum.

Monday, January 12, 2009

uzaktayken,
en cok,
ozdemir asaf, oruc aruoba, metin altıok ve tabi ki -tek "y" sini iddia da kaybetmis- cemal süreya kitaplarımı özlüyorum..