Saturday, April 30, 2016

mornings like this.




çeşit çeşit sabahların var.
içine uyanmak istemediklerin. olsa diye beklediklerin. gecenin bir yarısı varlığını hatırlayıp gelmese diye sayıkladıkların. uyuduğun sabahların var, sen görmeden geçen. ve daha gelmeden karşıladığın sabahların, gözün tavanda gelse diye beklediğin. çeşit çeşit sabahın var. gözünü açamadığın, aklını susturamadığın, ayaklarına yetişemediğin, kendi sesine bile ilişemediğin. hep çeşit çeşit. istediğin sabahlar var, hatırlamayı ya da unutmayı. tekrar yaşamak istediklerin var bir yanda, bir de hiç yaşamamış olmayı dilediğin. bir sürü sabahın var. güneşin başının ortasında doğduğu, soğuğun dudaklarını soldurduğu. buz gibi bir havada otobüs beklerken griliğin ortasında otobüsün farını seçemediğin sabahlar var. ve ayakların betonu ezerek koşarken terinin yanağından boynuna aktığı, senin silmeye bile tenezzül etmediğin sabahlar. hep sabahlar. cins cins, çeşit çeşit, insanlar kadar çok sabahlar. herkesin kendine ait sabahları, bazı sabahların sadece kendi insanları var. gözünü ayırmadan okuduğun kitaplar ve sesini duyduğun anda irkildiğin insanlar gibi sabahlar. ne yapacağını bilmeden evden çıktığın, kendini parkın ortasındaki bir bankta otururken ve hala ne yapacağını bilemezken bulduğun sabahlar. birbirine benzeyen sabahlar var. aralarına yıllar, ülkeler, onlarca insan, tonlarca yol girmiş, kayıp ikiz kardeş sabahlar.
çeşit çeşit sabahlar. unuttukların kadar çok, kaybettiklerin kadar yok sabahlar.
insan kadar çok, hepsi birbirinden farklı, hepsi birbirinin aynı sabahlar.