Monday, May 27, 2013

5T

belki de,
trenlere binmemiz lazım.
güzel manzaların yanından geçen, 
geçtiği her yerde güzel resimler çizebilen,
sanki nereye gitse, zaten oraya gitmesi gerektiğini hissettiren,
güvenli, uzun ve güzel,
trenlere binmemiz lazım.
cama başımızı yaslamamız, 
geçen ağaçlara bakmamız,
nereye gittiğimizi bilmeden, 
bilmediğimiz yerler hakkında, çok kesin hayaller kurabilmemiz lazım.
"göldeki kuğuları değil, onların fotoğrafını çeken adamı" izlememiz lazım.

belki de,
o trenlere binip,
o yollara çıkıp,
bir daha  hiç dönmememiz lazım.

***

bugüne kadar trenler hiç yanıltmadı beni, 
ve vardıkları yerler hep en doğru yerlerdi.
en güzel yollara trenle çıktım,
en bilmediğim maceralara trenlerde başladım.

hayatımın bi sürü rengine trenlerle vardım, 
onlara bulanıp, onlardan yine trenlerle ayrıldım.

bir ülkede ısırdığım elmayı, başka bir ülkede bitirdim.
bir şehirde başladığım yazıyı, diğerinde utanıp sildim.
ve bir istasyonda aklıma takılan şarkıyı,
vardığımda kimbilir kaçıncı kez, hep, aynı trende dinledim.

***



"you gotta make decision,
you leave tonight, or live and die this way."

Monday, May 20, 2013

joie de vivre

hani bazı fotoğrafların sen farketmeden çekilir.
sonra derler ki, "bak bu sensin." 
bakarsın, bakarsın ama, nerden baksan kendini beğenmezsin;
çünkü sana göre, poz verirsen, kibarca gülümsersen ve herşeye hakimsen eğer, 
işte ancak o zaman güzelsin.




ama öyle değil işte, hakikat o değil.
alış artık bu fikre;
sen hayata poz verirken değil, onu heyecanla izlerken güzelsin.

***

sen istediğin kadar uğraş, didin;
elimizde ve kalbimizde kalan ne varsa eski zamanlardan,
odur bizi bugünkü biz yapan.
alış artık bu fikre,
sen üstüste giyindikçe değil, 
birilerine tamamen soyunabildiğin zaman gerçeksin.

***


bu fotoğrafın çekildiği gün;
paris'te bir köprü, köprünün üzerinde biz. 
hava soğuk ve rüzgarlı, her birimizin elinde la duree'den birer tatlı.
bir yandan rüzgar esiyor, bir yandan yemeye çalışıyoruz mont blanc'ları. 
saçlarımın dağınıklığı, ağzımın doluluğu, içimin gülümsemesi.

o anın tüm gerçeği, 
o yılların gerçeğinin tamamı.

***
"et tous seuls dans le silence,
d'une nuit qui n'en finit plus,
voila que soudain on y pense
a ceux qui n'en sont pas revenus."*

***





*stacey kent - le mal de vivre

Tuesday, May 7, 2013

lu-lu-lullaby.

annem hep der ki, 
ne zaman ki insanoğlu maymunluktan çıkıp 2 ayak üstüne kalkmış,
işte o zaman en büyük hatayı yapmış;
bu bel ağrıları, sırt ağrıları, bilimum insani sıkıntılar hep bundanmış.

***

dün akşam da K'le konuşurken, 
4 ayaklı değil ama,
yatay düzlemde geçecek olası bir ütopik yaşantının, 
günlük dikey hayatlarımızdan çok daha iyi olabileceğine karar verdik.
ve muhtemelen çok daha samimi.
ve kesinlikle çok daha huzurlu.

düşünürsen,
ayaklandığımız an koşmaya başlıyoruz, ama yetişemiyoruz.
herşeye ulaşabiliriz sanıyoruz, ama ulaşamıyoruz.
 eziyoruz, eziliyoruz, yoruyoruz, yoruluyoruz.
gereğinden fazla güç harcayıp, gereğinden fazlasını tüketiyoruz.
iktidar sahibi olduğumuzu düşünüp aslında kimseye yetemiyoruz.
ve işin acıklısı, 
hiçbirşeyle yetinmiyoruz.

ama bir daha düşünürsen,
yatay düzlemde sadece gözümüzün gördüğüne ulaşabiliyoruz.
sağımızda, solumuzda varolanla yetinip, ona sarılıyoruz.
daha az düşünüp daha çok huzurlu oluyoruz.
daha çok susup, daha çok paylaşıyoruz.
 daha çok sevişip, daha çok konuşuyoruz.
ve işin güzeli,
sınırlarımızı bilip, taşkın sivri köşelerimizi yumuşatıyoruz.

***

ütopyalar, ütopya olduğu sürece iyidir.
distopyalar da kitaplarda kaldığı sürece.
biz ikisinin arasında biyerde hayatımızı yaşayalım,
istediğimiz zaman uyanalım, biraz koşalım, yorulunca duralım.
ve akşam olup tekrar yattığımızda, 
birbirimize, o gün gördüklerimizi değil,
yarın göreceklerimizi anlatalım.

***

K'nin kim olduğunu merak edenlere,
"KK, mas que un hombre" desem,
herhalde yeterli olur.

zaten kac tane mas que un hombre tanıyosunuz ki?