önce bangır bangır space oddity dinledim.
birileri bana biryerlerden bazı mesajlar göndermeye çalşıyo, farkındayım, ama sinyalleri alamıyorum.
sinyaller zayıf. duyamıyorum seni major tom ama sen de, inatla bağırmıyosun. insanın kendi sesi kendine çok gelir ya, çok bağırıyorum, hem de en doğru şeyleri söylüyorum sanıyorsun. hayır major tom, söylemiyorsun. kelimeler uzayda dağılıyor oradan buraya gelene kadar, olur sanıyorsun ama uğraşsanda toplayamıyorsun.
ama yok, bangır bangır space oddity dinlemekten değil başımın zangır zangır ağrıması.
***
bu aralar izlediğim her filmi, izlediğim başka bir filme benzetiyorum. ne kitap okusam, mutlaka birinin bana anlattığı bir hikayeye bağlıyor, "bak geçenlerde bir kitap okudum, aynı böyle bişey anlatıyodu" diye anlatmaya başlıyorum. sefertasının içindeki pidenin arasına konmuş bir aşk mektubu Ila'ya değil kathleen kelly'e gidiyor bence, her seferinde. çünkü aslında herşey aynı. çünkü aslında herşey var. çünkü aslında hepimiz daha önceden çizilmiş çizgileri kalınlaştırıyoruz. çünkü aslında herşey eski. sen de eskisin. eskidin. herşeyin aynı olmasından eskidin, rüzgar hep aynı yönden estiği için köşelerin kıvrıldı içe doğru, ve hep aynı şeyi yemekten üstüste kimbilir kaçıncı kere, miden almıyo artık; 'aç kalırım daha iyi'ler, hakkaten daha iyi artık.
ama hayır, tüm bunlardan da değil başımın zangır zangır ağrıması.
***
bunları yazdım, bu üstteki şarkı çalmaya başladı.
ağlamaya başlamak istedim, kendimi tuttum.
tuttuğum kendimi rahat bırakmak için camı açtım, işten dönen bir palyaço geçiyordu evimin önünden, elinde uyduruk bir torba, içinde muhtemelen normal kıyafetleri, ifadesiz yüzünde gülen yüz makyajı. palyaço bile olsan, kahverengi kumaş bir pantolonun, belki kısa kollu bir gömleğin ve herkes gibi yorgun bir suratın var, akşamın bir saatinde.
onu görünce ağlamaya başladım. tuttuğumu bıraktım.
sonra anladım, içimin sızım sızım ağlamasındandı, başımın zangır zangır ağrıması.