yani, diyeceğim; en olmayacakken, tam oluyor.
denize baka baka gidiyorum, ben ileri gidiyorum, deniz durduğu yerde duruyor. biz bir ömür boyu anlamsızca gidip gelirken, deniz hep durduğu yerde duruyor. ben denize baka baka gidiyorum. köpüklü bir takım debelenmeler. ben öylece bakıyorum. bakıyorum da, aslında hiç huyum değil. ilk kez gören biri için nasıl heyecan vericiyse, benim için öyle sıradan. baka baka gidiyorum. ne birşey okumak istiyor canım, ne düşünmek. kulağımda bir müzik, ne diyor desen, bilmiyorum. ben denize baka baka gidiyorum. yazdıklarım düşüyor aklıma, doluyken mi, yoksa boşken mi daha çok yazabiliyorum, kestiremiyorum. ama bu ara çok yazıyorum. bandırma feribotunda, paris uçağında, bilimum kafe köşelerinde. nişantaşındaki cafe nero'da, st germain'deki deux magots'da. bir anda bir şimşek çakıyor aklımda, gözlerimin önünde köpükler azarken, ben bir düğümü daha çözüyorum. ben değil, onlar kendilerini çözüyorlar aslında. hep okurdum duyardım da inanmazdım. roman kendini yazdırıyor derlerdi de hakkaten anlamazdım. öyleymiş vesselam. bir kadın düşüyor aklıma, ben anlatmak istiyorum olanları diyor, bırak bana,
ben anlatayım olanları. anlatacak da, kaçarı yok. ben çoğunlukla sadece bir çift el, bir çift gözüm bütün olayda. kadın anlatmak istiyorsa anlatacak. ve biliyorum, herkesin yolu değişecek, kadın anlatmaya başlayınca.
yani diyeceğim, en olmayacakken, tam oluyor.
kuşlardan bahis açıyor aklım, yine yazmam gerekenleri bana hatıratıyor. bakarak ağacını büyüten adamın üzerinden kuşların süzülerek geçmesi gerekiyor, ve benim bunu bir şekilde anlatmam. çünkü bu hayata yere sımsıkı bağlanan ağaçlar kadar, kaybolup giden kuşlar da gerekiyor. gözüm bir resme takılıyor, altında iki satır. ben yazmışım sanki, öyle tanıdık. öyle tanıdık ki, korkuyorum. kendimden gizli birşeyler yapmış, kendi kendimi yakalamış gibi hissediyorum. oysa biliyorum o satırların benim olmadığını, gel gör ki kendimi korkmaktan alıkoyamıyorum. birbirinden ne kadar uzak olursa olsun, iki aklı buluşturan bir nokta elbet bulunuyor galiba diyorum.
aranırsa, bulunuyor. açıp, şiirin tamamını okuyorum. bu şiiri ben yazmış olabilirim, sadece birileri benden önce davranmış diyorum, hepsi bu. romanın baş köşesini bu şiire ayırmalı belki de, bunu da bir düşünmeli. yine ne çok şey düşünmeli. iyi ki hiçbir şey düşünmek istemiyorum.
yani diyeceğim, en olmayacakken, tam oluyor.
aklım susuyor, kulaklarımdaki sesi yeni yeni duymaya başlıyorum. herkes gibi, herkesin ortasında, içinde bir gün daha hayatta kaldığımıza şükrettiğimiz karanlık kalabalığın içine karışıyorum. ne köpük, ne deniz, sadece şehir artık. yine şiiri düşünüyorum. olur şey değil. iki aklı birleştirecek bir nokta arayınca bulunuyor hakikaten. bazen herşey
sadece bir zaman meselesi.
bazen herşey sadece olmak ya da olmamak.
bazen herşey ya kalmak ya gitmek.
o sırada bir kadın sesi duyuyorum kulağımda, anlatıyor kendini bileyerek;
" o ye bebek, yana yana bitmek gerek."