Saturday, November 28, 2009

Mattina

m'illumino
d'immenso.

hayatta yanyana en cok sevdigim iki kelime, bu iki kelime olabilir.

Friday, November 13, 2009

kuseyri

(...)

fevrinden ki yandım cürmünden ki korktum,
sana geldim ışımadan içimin gölgeleri.

Thursday, November 5, 2009

et, somut ruya

duvardan gecmek bir sey degil
etten gectin mi sen

her gunku bilinmezin
varlıgın oldugunu
anlamak gibi bir sey bu
hic ve her sey
ic ice
sende

kagıt ustunde bildigin
tenle birlesince

gundelik ve kainat
carpısıyor
cismin sandıgın
kor bedeninde

askla gecmistin onu
olumden once

simdi, yasadıkların gun sayıyor
kainat bilgisiyle


MM

Tuesday, November 3, 2009

beni kimse istemezse ben gokceyle evlenicem.



evlenme teklif ederken de, eger cok isterse fotoraftaki cok kıymetli stella mccartney ayakkabılarımı kendisine hediye edebilirim.
ya da yok, odunc verebilirim diyelim.
.
yuruyemiyo, o da istemez zaten.




(bu fotorafın yayınlanabilecegi en temiz mecranın burası olduguna karar verdim.hayrını gor.)

well, you're art..

saat 8 gibi, acıkınca evden cıktım.
nereye dogru, ne yemek uzere cıktıgımı bilmeden.
hafif hafif yagmur ciseliyodu, allahtan kapusonlu giymisim dedim icimden, kaldırdım kapusonu, bi bisiklet aldım.
hafif islaktı selesi, elimin tersiyle bi silip oturdum.
st germain'in kosesini dondugumde, hem ruzgar, hem yagmur artmıstı. ya da bilmiyorum, bana oyle geldi.
ve tam koseyi dondugumde, aznavour calmaya basladı.
kulagımda "hier encore, j'avais vingt ans", her noktama yagan yagmur, yolun kenarındaki kahverengi yapraklar, ısıl ısıl ama kendi halinde st germain ve butun bunların tam ortasında ben, bi an beni cok mutlu etti.

devam ettim pedalları cevirmeye, ben cevirdikce yagmur hizlandı.
o kadar ki, nereye gittigini bilmeyen ben, bir yerde durup artık yicek bisiler alması gerektigini farketti.
ani bi manevrayla, bizim butigin sokagına dondum, oraya parkettim bisikleti.
kosedeki sandvicciden bi 3 fromages panini, bi meyva salatası, bi coca zero aldım.
bisiklete geri dondugumde sele iyice ıslanmıstı, yagmur delirmisti. bi an vazgecer gibi olsam da, sanki sen seleden daha mı kurusun aptal ege dedim kendime, bu sefer elimin tersiyle bile silmeden kut diye oturdum bisiklete. torbamı koydum onumdeki sepete, tekrar basladım surmeye.
electric bird calmaya basladı bu sefer.
o sarki calınca, nerde olursam olim bagıra bagıra solemek istiorum, durduramiorum kendimi.
soledim de iste.
hem bisikletin ustundeyim zaten, beni duyucak adamın yanında bulunma surem 1 saniye diil bile, neyimden utanicam ki?
soliye soliye geldim, hatta bi kırmızı isikta sarkıyı bitmeden basa aldım.
kapıya vardıgımda hala electric bird calıyodu. bu da, beni bi an cok mutlu etti.

eve girdigimde, aslında ne kadar islandıgımın hala farkında diildim.
aynaya bakınca gordum gercegi.
ustumdeki yesil parka, baya siyah parka olmus.
ben zaten bastan ayaga sıcan olmusum.
ruzgardan kapuson mu durur kafada, saclar da sırıl.
ıslak kıcımı hic solemiyorum.
bide camları acık bırakmıstım evde, ustumun suyu aka aka onlara kostum, ev iyice ıslanmasın diye.
sora da hızla ev moduna girip 3 fromages'ımı yedim.
neyse ki cok sogumamıstı.
.
.
.
.
butun bunlar esnasında da, sık sık, tekrar tekrar, tanrı'nın beni ne kadar cok sevdigini dusundum.
cok cok tesekkur ettim.

ve bir de, eger sonunda donecegi sıcak bi evi varsa, bazen donuna kadar ıslanmanın insanı ne kadar mutlu edebildigini..

Sunday, November 1, 2009

...

(...)
iki kalp arasında en kısa yol
birbirine uzanmış ve zaman zaman
ancak parmak uçlarıyla değebilen
iki kol.

merdivenlerin oraya koşuyorum,
beklemek gövde kazanması zamanın,
çok erken gelmişim seni bulamıyorum,
bir şeyin provası yapılıyor sanki

kuşlar toplanmış göçüyorlar
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

...

18 yasında kaldım ben, hic buyumedim.
ne kadar ileri gittiysem, o kadar geri geldim.
kac y duserse dussun isminden,
ben onun siiriyle oldum, onun siiriyle bittim.

keske yalnız bunun icin sevseydim onu.