nerede oldugunu hic hatırlamadıgım, ama gercekten uzak, cok uzakta olduguna emin oldugum bir salon.
Efes Pilsen basketbol takımı'nin antremanlarını yaptıgı salon.
butun takım orda.
ben de ordayım.
ustumde ortaokul uniformam, en okuldan cıkmıs, en kucuk, en napıcanı bilemez halimle, 2 metrelik adamların hemen dibinde bi sandalyeye cokmus, 1 bucuk metrelik ben.
o anki amacım, aslında her zamanki hayalim.
gercek bir efes pilsen formasına sahip olmak.
benim icin en gercek efes pilsen oyuncusunun formasına sahip olmak.
murat evliyaoglu'nun formasına.
murat'la tanısmamızın uzerinden bir hafta gecmemis henuz, tanıstıgımız yemekte soz vermis bana, antremanlara gel, sana formamı vereyim demis. bundan sora ege'nin gozune uyku mu girer, beklemis beklemis, o gunu o saati beklemis...
elim ayagım ayrı titrerken heyecandan, o dev adamlar, cıkıyolar sahaya, ellerinde toplar.
o adamlar, o zamanın dev adamları..
tamer oyguc. volkan aydın. petar naumoski. murat evliyaoglu. mirsad turkcan. ufuk sarıca.
ve tabi ki, aydın örs.
o adamlar, o zamanın kralları..
ve ben, onların her hareketinde biraz daha mutlu oluyorum, ne sanslı oldugumu farkedip.
onların her atısında, donusunde, agzım acık seyrediyorum, disiplinin tam da bu oldugunu ogrenip.
arkadaslarıma anlatacaklarımı dusunuyorum.
daha fazla sey tutmaya calısıyorum aklımda, unutmamak icin gorduklerimi, herseyi tek tek yazıyorum kafama.
nasıl yazmıssam, bak iste, dunmus gibi, anlatıyorum burda.
zaman geciyo, sut ustune suttan sonra bu kocaman adamlar kenara geciyolar.
ben simdi nolucak, bitti mi antreman hersey bu kadar mıydı diye ac ac bakarken etrafa, iki genc oyuncu cıkıyo sahaya. o zamanlar ufuk sarıca zamanları, tamer oyguc, evliya zamanları, daha herkes tanımıyo o iki genc cocugu.
ben herkes diilim ama.
hele konu Efes Pilsen olursa..
hemen tanıyorum, hidayet'le huseyin'i.
simdi dusunuyorum da, hakkaten genceciklermis daha..
aydın ors o ikisiyle ozel antreman yapıyo, digerleri kenarda..
hala bilmiorum o gune ozel bisey miydi bu, hep mi boyleydi..
celimsiz diyemem ama, hala gozumun onunde, her ikisinin de tamer'in yanında 'taze' gorunmeleri..
tam bu sırada, hidayetle huseyin kostururken sahada, cok uzaktan murat'ı goruyorum, bana sesleniyo, 'beyaz forma mı istersin, lacivert mi?' diye.
koskoca murat evliyaoglu'nun o kucucuk ben'i adam yerine koyup soru sormasına mı sevinim, secenek sansıma mı, sectigim seyin guzelligine mi, o an aldıgım nefese mi!
'beyaz!' diyorum, simdi sor, bilmem neden..
3 dakika sora murat, elinde beyaz forması ve sortuyla yanımda bitiveriyo.
'al bakalım' diyo gulerek.
simdi dusunuyorum, onun icin, benim ordaki o kucuk, ortaokul ogrencisi fanatik Efes Pilsen'li halim, cok komik olsa gerek.
alıyorum formayı, gururla, sevincle, binbir tesekkurle..
sonrası, antremanın bitisi, benim eve donusum, gulmekten agrıyan yanaklarım, formayla uykuya dalısım, yetmeyip ertesi gun formayı cantama tıkıstırıp okula goturusum..
.
.
.
.
sevincten aglar ya bazen insan..
beni hayatımda sevincten en cok aglatan, gercekten Efes Pilsen.
o kadar cok sey hatırlıyorum ki dusununce. hepsi gencligim gibi, hepsi ben gibi, hepsi tam da yasadıgım gibi.
ben ayhan sahenk'te son 10 dakika sans verilen, o zaman 'genc' olan hidayet'in macı son dakikada kurtarıp efes pilsen'in kazanmasını sagladıgı o meshur ulker macında , final dudugu caldıgında, sevincten hungur hungur agladıgında ordaydım. ben de agladım.
butun saha agladı.
ve hidayet o gun dogdu iste. hepinizin bildigi, dunyanın tanıdıgı hido, o gun o efes pilsen-ulker macında dogdu, aglaya aglaya. hepimizi aglata aglata.
ertesi gun gazetede cıkan fotografı, hidayetin aglayarak huseyin'e sarıldıgı fotorafı astım duvarıma. biliyo musun, o resim hala orda..
1999'da abdi ipekci yıkılırken, asvel karsımızda titrerken ve efs pilsen herseyden cok isterken final four'a kalmayı avrupa liginde, o streste, o gurultude, o onbinlerce kalbin aynı anda attıgı 2 saatte, ordaydım.
66-68 bittiginde mac, biz yendigimizde, final four'a kalan ilk turk takım oldugunda Efes Pilsen, ordaydım. o kadar cok agladım ki sevincten, o kadar inanamadım ki bunun gercek olabilecegine, ve sanırım sevincimi o kadar gosterdim ki gozyaslarımla, ertesi gun okulda arkadaslarım 'mactan sora seni gosterdi televizyon amma aglamıssın kızım!' dediler bana.
o ve daha bisuru macta..
sevincten napıcanı bilemeyen ben.
evde sıra sıra dizili vhs kasetler, sonunda, ortasında, arasında benim gorundugum mac kasetleri..
hepsinde ordaydım..
Efes Pilsen final four'da oynamaya hak kazanıp Paris'e gittiginde maclar icin, ben de ordaydım.
elimde rendez-vous a Paris yazan koca kartonla, yuzumun bi yarısı mavi, bi yarısı beyaz, boynumda efes pilsen atkısı, avazım cıktıgı kadar bagırmak icin, sonuna kadar gitmek icin, ordaydım.
dahası cok.
cok mac, cok gun, cok sevinc, cok gozyası, cok gurultu, cok kısık sesli sabahlar, cok gururlu aksamlar, efes pilsen atkısının basucumda asılı oldugu cok yıl..
Ben onlarla buyudum.
Onlar buyuttu beni, o zamanın dev adamları.
benim antreman yaptıgım sahaya aksam onların gelip oynayacagını bilmenin sevinci buyuttu beni..
sokaktan gecenlere sordukları gibi;
Efes Pilsen benim icin ne mi ifade ediyo?
Efes Pilsen benim icin gencligimi ifade ediyo.
adi degisse de, tadı degismeyecek olan, hatırladıkca gurur duydugum, hatırladıkca mutlu oldugum, hatırladıkca gozlerimin dolacagı ve hatırladıkca iyi ki dedigim, o ahsap sahada gecen gencligimi ifade ediyo.
Efes Pilsen benim icin yasamak icin savasmak gerektigini hatırlatan, her kalp atısımda bi yanıp bi sonen hırsı, gucu, disiplini ifade ediyo.
.
.
.
hadi gelsinler simdi, kac kisi geliyolarsa,
kimin gucu yeter ki benim icimdeki isigi sondurmeye?
No comments:
Post a Comment