Friday, July 1, 2011

how many lives in a life?

-nathan, amsterdam, bisiklet aksamı-

Paris'te devasa bir apartmanın daha da devasa arka bahcesinde elimde hortum, hortumdan fırlayan tazyikli su, çöp bidonu temizliyorum. kucucuk su damlaları bidonun dibinden sekip yuzume geliyo, üstüm başım sırılsıklam, etrafımdaki herşey çok kötü kokuyo. gözüm takılıyo, bi bakıyorum temizledim sanıp bidonlardan çıkan pislikler bütün bahçeye dağılmış. etraf çürük yaprak ve çiçek dolu. bidonları bırakıp, yere çöküp, yüzümü buruştura buruştura, yapmam gerekeni yapıyorum.
*
3 haftadır luxembourg'dayım. bir pazar sabahı otelin yanındaki tren garına gidiyorum, üstümde pijama. ilk tren nereye var diye bakıyorum, Köln'e, 1 saat sora. otele dönüp pijamamı çıkarıp üstümü giyinip alıp çantamı çıkıyorum. 1 saat sora trende, 3 saat sonra Köln'deyim. hayatımda hiç görmediğim bi ülkenin, hiç bi fikrimin olmadığı bi şehrinde, etrafımda konuşulanları anlamdan, tek başıma saatlerce dolasşıyorum. kilisede mum yakıyorum, bi lokantaya girip koca bi et yiip, bira içiyorum. almanlık yapıyorum, günübirlik.
*
bologna'dan istanbul'a dönüyorum. uçak milano'dan kalkıyo, ben kendimden büyük bavulumun üstüne oturmuş kıçım donarak beni bologna'dan milanoy'ya goturecek olan treni bekliyorum. gelmiyo. sciopero var diyolar, tren iptal. ama benim uçağa binmem lazım. gecenin 2sinde, o uçağı kaçırmamak için yapılıcak tek şey var. çeke çeke bavulu, taksi durağına gidiyorum. milano'ya kaç paraya gidersin diyorum adama, anlamıyo. uçağım var diyorum, yetişmem lazım. o ayki harçlığımın kuruşu kuruşuna hepsini taksiye veriyorum. doğru saatte havaalanındayım. alitalia kontuarına geliyorum, kimse gelmiyo. sciopero var diyolar, uçuş iptal. hayır vazgeçmiyorum, kavga gürültü, thy'e aldırıyorum kendimi. 2 saat sonra, istanbul'a doğru havadayım.
*
5inci kattaki müşterinin 'hoşlanmadığı'için geri verdiği 3 metrelik ağacı bizim dükkanın şöförünün yardımıyla 5 kat boyunca kucağımızda merdivenlerden aşağı indiriyoruz. değil kollarım, her basamağı indikçe elimdekinin ağırlığından başım bile zonkluyo. kapıya kadar gelip agacı kamyona yuklemiş, işkenceyi sonladırmışken, apartmanın kapıcısı "madame madame les escaliers!" diyo, dönüp bakıyorum, agacın saksısındaki topraklar dökülmüş basamaklara. fransız kapıcı beni bırakır mı, bıraksa ben pascal'in adına leke sürdürür müyüm? bu kez yine en üst kattan başlayıp, her basamağı bezle silerek, tek tek, basamak basamak, iniyorum. hayret, düşüp bayılmıyorum.
*
amsterdam'da bi aksamustu. bu sehri sevmiyorum, sevemiyorum ama, hava güzel, etrafımda yeni ama sevdigim arkadaslarım var, hayat da her zamankinden daha berrak sanki. herkesin elinde bira, 2 ayrı tekneden 2 ayrı muzik sesi yukseliyo. ben, bizim teknenin onundeyim, kulagımda ipod, ipod'da Sia'nin yeni albumu. repeatteki sarkı: 'never gonna leave me'. kendi kendime dans filan ediyorum. evet simdi bunu soyleyince farkettim ki, demek ki o an hakkaten mutluyum.o sırada, Nathan bana el ediyo uzaktan, bisikletin ustunden. gel diye sanki. kulagımdan cıkarıyorum kulaklıgı anlamak icin, -'vas-y on fait un p'tit tour du velo!' -nası yani arkana mı binicem ? diyorum, tabi diyo. hayatımda daha once hickimsenin bisikletinin arkasına binmedigimi farkediyorum. iniyorum tekneden, korka korka bisikletin arkasına oturuyorum. kulagımda hala bangır bangır sia. iki bacagımı da sagına atıyorum bisikletin, ellerimle Nathan'ın beline tutunuyorum. marinanin 1.20 enindeki daracık yolunda, iki tarafımız kanal, bildigin tırsıyorum. ama caktırmıyorum. - 'allez c'est parti!' - baslıyo pedalları cevirmeye, ben el yordamıyla kulagımdaki muzigin sesini biraz daha yukseltiyorum. Amsterdam'da bi aksamustu, teknelerin, kanalların arasında bir bisikletin arkasında kulagımda tam da o zamanın sarkısıyla ciglikla karısık kahkahalar atıyorum.
*
*
*
*
*
e ama simdi sen soyle, insan dedigin, hic aynı kalır mı?







No comments: