All God's children need travelling shoes,
üzerine saatlerce konuşabileceğimiz haller var
ve hakkında hiçbir şey söyleyemediklerimiz.
sadece yürümek istediğimiz yollar var; nereye çıkacağını kestiremeyip
adımlarımıza karşı koyamadığımız.
Drive your problems from here.
kilidin sesini duyana kadar varlığının farkında olmadığımız pencereler var,
ve var gücümüzle kapatmaya çalıştığımız kapılar.
sadece nefesini ensemizde hissetmek istediğimiz rüzgarlar var;
ayaklarımızı yerden kesmesine ses çıkaramadığımız.
All good people read good books
okudukça kendimizi hatırladığımız kitaplar var,
ve bir elimizde makas, kendimizi içinden kesmeye çalıştığımız fotoğraflar.
sadece o an'ın tam da o noktasında olmak istediğimiz zamanlar var,
başımızı ne kadar döndüreceğini umursamadığımız.
Now your conscious is clear.
bir de ruhumuzun tüm buruşukluğunu ütüleyen,
sert köşelerimizin kat izlerinin üzerinden geçip sınırlarımızı dümdüz eden,
yok deneni var edip, varolanı tek bir hareketle sonsuzluğa sürükleyen,
anlar, anlar, anlar var.
şarkı çalmaya başladı, bana bunları yazdırdı. bu şarkı benim hayatımda öğrendiğim ilk ingilizce şarkıydı, daha önceki bir yazımda bahsettiğim o deri bavulun içindeki kasetlerden biriydi. çocukken ne dediğini hiç anlamadan ezbere söylerdim.
hala ezbere ve hala yarısını anlamadan söylüyorum.
zaten çocukluğumdan beri hayat böyle bişey benim için;
anlamak zorunda değilsin ama yaşamak zorundasın.
sevmek zorunda değilsin, ama denemek zorundasın.
No comments:
Post a Comment