Sunday, August 21, 2011

denizce


onun da söylediği gibi kelimeler bazen kifayetsiz gelir, evet gelir ama,
bazen de 'dün tezgaha çıkmış bir su sayacı' olan biten herşeyi anlatmaz mı, tak! diye?


ben seni düşünüyorum seni
hani ilk o günlerdeki gibi
kalbim diyorum kalbim
daha dün tezgaha çıkmış bir su sayacı gibi
aşkı anılar besliyor düşler kadar
bu yüzden diyorum ki aşk eskidikçe aşktır
sevgi eskidikçe sevgi

günümüz ekmeğimiz, türkümüz
çoluğumuz çocuğumuz
binalar yan yana yükselip gidiyor
vapurların ağzı köpük içinde
uzaklarda ne kapılar açılıyor
trenin biri bir istasyona varıyor
ordan çıkıyor biri

her şey biliyor her şey
sen biliyor musun bakalım
seni nice sevdiğimi?
üstüne titrediğimi?

geldiğimi?
gittiğimi?

hadi!

hayatımın altyazısı,
canım CS.


...

(...)

"sanki ben upuzun bir hikaye,
en okunmadık yerlerimle,

yok artık, sıkılıyorum. "


Edip Cansever

Friday, August 19, 2011

bunu söylediğin iyi oldu.


"Beynin ilkel kısmında kodlanmış olan kendini koruma içgüdüsü ile ruhtaki gelişme emri arasındaki dengesini yitirdiğinde, kişi, yerinde çakılır-kalır ve bir süre sonra bedeni de buna uygun tepkiler göstermeye başlar. Kendimizi koruma yanımız, hep bir güvenlik arayışı peşindedir ve bu nedenle gereken her şeyi yapması için, beynimizi ve bedenimizi zorlar. Ruhtaki gelişme arzusu ise, mutluluk ve haz peşindedir, sadece güven içinde olmak ona yetmez ve sonunda mutlaka bu kısmımız, diğerini alt eder."
yani özetle: ya güvenli kucaklar, ya tehlikeli oyuncaklar.


photo: R.Maplethorpe

Wednesday, August 17, 2011

Hier encore.


Paris'e gitmeli,
grilerimizi giymeli,
st germain des prés metrosundan cıkmalı,
deux magots'ya oturmalı,
bacak bacak üstüne atmalı,
'un creme et un croissant s'il vous plait' demeli,
geçen güzel kadınlara, yakışıklı adamlara, heyecanlı jack russell'lara bakmalı,
gelen kahveye çok değil, en kıvamında sütü koymalı,
croissant'ı elimizle bölmeli,
kocaman bi hazla yemeli,
içmeli,
ama kalkmamalı,
oturmalı,
oturmalı,
oturmalıyız.

hiç konuşmasak da olur,
Paris bizi anlar.





Tuesday, August 16, 2011

a sleep that won't ever come:

"Herkesinkendineaitbirkaranlığıolmasıgerektiği,
tartışılmazbirgerçektir." *



*cem akaş

I can't.


universitenin ikinci senesi olmalı, dusununce oralara karar kılıyo aklım.
okulun neresi oldugunu hatırlamadıgım bir binasında, kimin oldugunu hatırlamadıgım bir odasında, niye orada oldugumu hatırlamadıgım bir sebepten dolayı, bir sandalyede oturuyorum. sanki birilerinin birseyleri yapmasını bekliyorum, bir imza, bir belge, bir dosya. kulagımda müzik, müzik de, universite hayatımın buyuk askı, ingilterenin o zamanki pop idol'ı Will Young. yeni sarkısı cıkmıs, heryerde aynı sarkı, benim discman'imde dahil. hayır, o zaman henuz ipod yok.
hep aynı sarkı repeat'te, dönüp duruyo, doymuyorum, doyamıyorum sarkıyı sevmelere.
sora, kimbilir kaçıncı turda, gözlerim dolmaya baslıyo. dinledikce, daha cok doluyo, ben inatla çıkarmıyorum kulaklıkları kulagımdan. farkediyorum ki, basbayağı ağlıyorum. burnunu çeke çeke, gözler dolmuş, taşmış bile artık. tekrar başa alıyorum, ağlamak istiyosan, ağlamalısın, yanağa değil, içine akınca fena asıl.
orda ne kadar oturdum hatırlamıyorum. ne kadar ağladım hatırlamıyorum. ama cok oturduğumu ve çok ağladığımı hatırlıyorum. beni ağlatanları da. hatta beni ağlatanları benim aklıma bi anda düşürüp o hallere sokan satırı da..

" i couldn't bear to loose you again..."

bi anda tütü geliyo yanıma, şaşkınlık içinde, bakakalıyo halime, sebebi de biliyo ya, soramıyo hiçbisey.
sarılıyo, sarılıyorum, ağlıyorum. ben işte tam o zamanlar, Will'in bu klipteki düşüp kalkmalarını, yerlerde yuvarlanmalarını, kendini paralamalarını çok iyi biliyorum. tam o zamanlar, çok çok iyi biliyorum. ah ah diyo bana sadece, sadece onu hatırlıyorum. koluma giriyo, kaldırıyo beni yerimden, cıkıyoruz.

bende duran hayat, dışarıda tüm hızıyla akmaya devam ediyo...



Thursday, August 11, 2011

bestest song ever.


"This youthful heart can love you and give you what you need,
But I'm too old to go chasing you around,
Wasting my precious energy."


hayatımda su yukarıdaki kadar cool bi kadın olsam, allahımdan daha ne isterim ben?
ama o zamana kadar, bu sarkı her caldıgında benimle dansetmek istersen, ona hayır demem.

Wednesday, August 10, 2011

(sou)rire

bir kadının sahip olabilecegi en kıymetli şeyi gülüşüdür.
bazı kadın hiç gülmez, bazı kadın cok güler, bazı kadın sadece güzel güler.
ama hangi klasmana girerse girsin,
ta içinden gülen kadının karşısında hiçbir şey eskisi kadar dik duramaz, erir gider.




*via sartorialist

ha?


Ne kadarını görebildiysen, ne kadarını işitebildiysen,ne kadarını düşünüp, ne kadarını toparlayıp geriye bırakacaklarım işte bunlar diyebildiysen, ne kadarını bir ümit kaynağı olarak görebildiysen, ne kadarına kavuştum, işte bunlar beni ben yapan,beni başkalarından ayıran diyebildiysen, ne kadarına dilin yettiyse, ne kadar nimete kavuştuysan, ne kadarını kurtarıp gurur duyabildiysen, ne kadarına el uzatabildiysen, ne kadar hoş sada çıkarabildiysen, ne kadarından gururla vazgeçebildiysen, ne kadar çığlık saklayabildiysen, ne kadar adalet hak edebildiysen,
hepsinden vazgeçip,unutulmayı göze alıp o toprağın altına kusursuz bir kurban gibi gidebilecek misin?
O dile getirilemeyen gerçeğin bir adım gerisinde, o sıradan allahaısmarladığı kabullenen kusursuz bir insan olabilecek misin?
A.G.



Monday, August 8, 2011

benim yerimde olsan, sen ne yapardın?


Quand je doute,
Quand je tombe,
Et quand la route
Est trop longue,
Quand parfois
Je ne suis pas,
Ce que tu attends de moi
Que veux-tu
Qu'on y fasse?
Qu'aurais-tu fait
A ma place?


Thursday, August 4, 2011

I letter, you letter, love letters.


"All letters of love are
Ridiculous.
They wouldn’t be love letters if they were not
Ridiculous.

In my days I too wrote letters of love,
Like others,
Ridiculous.

Love letters, if there’s love,
Have to be
Ridiculous. "




Alvaro de Campos
21 October 1935

Tuesday, August 2, 2011

"I'm in here"


hayatta bazen aslinda, herşey tek, belirli bir anin öncesi ve sonrasi.
önemli olan, hayat olan, o tek an.

boğaz kenarinda taşa oturup ayaklarini denize sallandirmak,
sant'antonio'da dua edip mum yakmak,
saatleri ayarlama enstitüsü'nü alirken yaninda kürk mantolu madonna'yi bulmak,
sade poğaçanın tam istedigin gibisini en aç sabahında yakalamak.

hayat bazen sadece bunlardan,
yasadigim diger hersey, beni bu anlarin birinden digerine tasiyan zamanlardan ibaret.