Thursday, February 21, 2013

Come

sinemadan çıktım, istiklal'de yürüdüm biraz; biraz derken, aslında bütün Istiklal'i.
Istiklal'in birazı olur mu?
sora Galatasaray'da kestanecinden kestane aldım. yiye yiye yürüdüm, Sant'Antonio'ya girdim.
önünden geçip de uğramazsam o alınır, ben üzülürüm.
kulağımdaki müziği kapattım, kestaneyi kıvırıp çantaya attım, cebimden 1 lira çıkardım, mum aldım, yaktım.
sora banka oturdum. ne kadar oturduğumu hatırlamıyorum. 
neler anlattığım da biraz muallak, doğru yollardan, hayırlı insanlardan, iyiliklerden, güzelliklerden ve  sağlıktan bahsettim. bikaç insanın ismini yüreğimin en gizli kutusundan çıkardım ona, anlattıkça anlattım; bir kaçını aklımdan bile geçirmek istemedim, "sen bilirsin benim içimi" dedim, kısa kestim.
sonra bi adam geldi, benim de mumumu diktiğim köşeye üfledi, bikaç mumu hunharca söndürüverdi.
benimkiyle göz göze geldik, bana "merak etme ben burdayım" dedi. 
içim rahatladı.
biraz daha konuştuktan sonra çıktım, müziği açtım, son sabah üçyüzüncü kez çalmaya başladı, kestaneyi çıkardım, yürüdüm, Robinson Crusoe'ya girdim. aradığım kitabı sonunda buldum, hemen aldım.

çıkınca mesaj attım; "sana bi hediyem var" dedim.
tahmin etti, tutturamadı.

hayatın hediyesi tahmin edilmezlik,
ve tahmin edilmezliğin kitabı, 
birer birer hepimizin hayatı.


bir de lütfen, lütfen,
komando merdivenleri demeyin, 
Kamondo merdivenlerine.

No comments: