içindekileri dökmek için birilerinin seni ters yüz sarsması şart mı,
yoksa ağzını açıp kendini boşaltabiliyo musun?
*
çok yıllar önce, Bozcaada'da G. ile atıl durumda bir rum evine girmiştik.
elimizde anahtarı vardı, ev zaten boşaltılacak ve temizlenecekti, biz evde her ne varsa, olduğu gibi yokolmadan görmek, dokunmak, "sağı solu ellemek" istemiştik.
girdik eve.
herşey yerli yerindeydi, birazdan evsahipleri gelecek, salonun ortasındaki yuvarlak masaya yorgunlukla çökeceklermiş gibi. sağdaki büfe, soldaki koltuklar, birkaç sandalye.
ve toz. gözalabildiğine toz. yılların tozu.
detayları kaybetmiş olsam da, içeri girdiğimizdeki tutulmuşluğumuzu ve durgunluğumuzu hatırlıyorum.
bir yandan hiç tanımadığın birilerinin evine girmenin verdiği heyecan, bir yandan o hiç tanımadığın insanların herşeyini karıştırma isteği, bir yandan bu isteği görmezden gelmeye çalışan utanç ve soluduğun her tozlu nefeste içimizi burkan o his; acımayla karışık üzüntü, üzüntüyle karışık korku.
dolaştık sağı solu, bir aşağı indik, bir yukarı çıktık. tam hatırlayamamakla beraber, utana çekine çekmecelere baktığımızı, büfenin dolaplarını açtığımızı, gerçekten nerdeyse herşeye dokunduğumuzu, tozdan sürekli hapşurdğumuzu ve bulduğumuz ufak tefek şeyleri alıp almamak konusundaki kararsızlığımızı hatırlıyorum.
ne kadar kaldık? belki yarım saat, belki biraz daha fazla.
sonunda çıktık evden.
üstümüzün başımızın perişanlığı bir yana, asıl ruhumuz dağılmıştı.
henüz çocuktuk, aşağı yukarı bir fikir sahibi olmakla beraber, bu evlerin nasıl böyle bırakıldığını hala aklımız almıyordu. kimin olacaktı bu kadar eşya? o sandalyeler, o güzelim masa? onlara kimse sahip çıkmayacak mıydı? sonları çöp mü olacaktı, hurda mı?
çıktığımızda elimizde bolca fotoğraf, zarif desenli bir fincan bir de pasaport vardı.
belki birkaç şey daha, G hatırlar, benim elimdekiler bunlardı.
eve döndük, herşeyi yerdeki halının üstüne döktük. işin doğrusu, evin tozunu olduğu gibi bizim eve götürdük.
evdekiler bu durumdan pek hoşlanmamış olsalar da, biz bütün gün o insanların kim olduklarını, tam o sırada artık nerede olduklarını, bir gün dönerlerse arkalarında bıraktıkları hiç birşeyi bulamacaklarını düşündük.
çok üzüldük.
ben hala saklıyorum, pasaport ve fotoğrafları.
hic tanımadıgım insanların belki isteyerek, belki istemeyerek, belki de unutarak tarihe teslim ettigi küçücük anılarını.
hep inanırım, çok istersen bağlanmak, bulmak, ya rüyana girer, ya karşına bir işaret çıkar, ya seni ona götürür birşeyler. belki torunlarının yolu düşer adaya, belki evi bulurlar, belki evden beni. çıkarır veririm onlara büyüklerinin resimlerini.
anı böyle birşey sanırım, unutsak da ölmüyo
ve aslında bir süre sonra kimseye ait kalmıyo.
zihnimizinden çıktığı gün, tarihin tozlu sayfalarına, raflarına, çekmecelerine saklanıyo.
hiçbir şey aynı kalmıyo,
"πάντα pει"denir ya,
aslında herşey baştan sona o.
"πάντα pει"denir ya,
aslında herşey baştan sona o.
evet herşey akar,
suyun gittiği yere kadar,
ama benim dönüp dolaşıp yunan sularıyla yıkanmam,
artık belki de kader.
No comments:
Post a Comment