Wednesday, March 20, 2013

what do i know?

dönerken uçakta bi belgesel seyrettim, "çoklu evrenler"diye. böyle deyince bişey ifade etmiyo ama ingilizce isminin multiverses olduğunu anlayınca, 'uni' ve 'multi' biraz daha açıkladı durumu.
içinde bulunduğumuz evrenin aslında tek evren olmayabileceğini, bizimki gibi (bkz. anlayamadığı şeyi sahiplenebilme durumu)  evrenlerin de varolma olasılığı olduğundan bahsediyorlardı. bunu destekleyen farklı deney ve sonuçları anlattılar, bir tanesi de benim de bir dönem kafayı takıp deliler gibi okuyup / seyredip anlamaya çalıştığım string theory çıktı. string theory der ki, hepimiz, varolan herşey aslında tek birşeyden ortaya çıkıyo, stringlerden, yani sicimlerden. bu string'ler notronları, protonları oluşturuyo, onlar atomları, atomlar da seni, beni, ağaçları, balinaları ve daha nicelerini. ancak string theory'nin henüz kanıtlanamamasının sebebi, aslında 3 değil (sanırım) 9 boyutun varlığına dayanıyor ve inanıyor olması, ki bu da hepimizin aynı anda farklı evrenlerde/boyutlarda/zamanlarda varoluyor olması anlamına geliyo. geldik mi sana yine multiverses'e?
aslında herşey ne çok şeye dayanıyo dimi?
hem koskoca evrenler evrenlere dayanırken,
biz kısacık hayatımızın bir köşesinde birbirimize dayanıp dinlenmişiz, çok mu?

***
dün aklıma geldi, bitane erkek arkadaşım vardı, daha ilk konuşma tanışma zamanlarında, ben buna "of dışarda da yağmur yağıyo" gibi bişey demiştim, hiç hatırlamıyorum konuşmayı ama, o da bana cevap olarak "şeker misin:)" yazmıştı. tabi ben bunun üzerine bi havalara gir, bi sevin falan bana şeker dedi diye. neyse. sora biz kendisiyle çıkmaya başladık, ve epeeeyyyy de uzun bi zaman çıktık. ve ben bu epeeeyyy uzun zamanın en başlarında farkettim ki, meğersem adam yağmur yağıyo diye söylenen herkese "şeker misin" dermiş, "şeker misin ki ericeksin, çık işte!" manasında.

aldım mı cevabımı? aldım tabi. ama cevabı idrak etmem de 5 senemi aldı. 
yani diyeceğim odur ki, duymak istediğinizi değil, söyleneni duyun. 
öbür türlüsü, er ya da geç gelen hüzünler diyarına seyahat oluyo çünkü.
ya da tamam ya, her zaman değil, arada bir gerçekleri duysanız yeter.

***
geçen gün vapurda K.'a SALT'ta gördüğüm duvar resimlerinden korkuyorlar sergisinden bahsediyodum. dedim ki, "hayat ne kadar naifmiş bir zamanlar, yapılan da, yapılana destek de, karşı koyuş biçimi de, herşey çok daha insaniymiş; sanki ne yaparsalar yapsınlar her zaman karşılarındakine bir söz hakkı, savaşırken yorulduğunda oturacak bir sandalye, düşünecek yeni bir fikir bırakıyorlarmış. bugün herkes birbirini en hızlı nasıl yokedebileceğini düşünüyor sadece, insanların hareketleri hiç insancıl değil..." sonra o bana cevap verirken, aynı anda karşı koltukta oturan orta yaşlı bir hanım girdi söze, farkında değildim aslında beni dinlediğinin. "haklısın. hiçbirşey aynı değil. ama bunu söylemen beni çok mutlu etti biliyo musun? sizin gibi gençler olsun, bunu farketsinler istiyorum, insanlar insanlıktan uzak olmanın yanında, o kadar da duyarsız ki..." dedi.
yaşlanınca, bugünlerimizi özlüyor olucak mıyız?
genel olarak özlemekten rahatsız olan biri olarak, bundan da korkuyorum bak.

***
demin M. aradı, konuşurken, "geçen gün armani cafe'de yemek yedik, senin çiçeğine de 15 dakika güldük, baya fallik bi hali vardı" gibi bişeyler söyledi. sonra düşündüm ki, doğru aslında, olmaması saçma. çiçek miçek iyi hoş da, eninde sonunda üreme organı. işin sonunda o çok önemli ve hayati amaç olmasa, hiç sanmam bu kadar milyonlarca renk koku ve caziber arttırıcı efekt olsun. yalan mı?

***
bi de, baykuştan ve şahmaran'dan resmen korktuğuma eminim artık. yok sevemiyorum, zorlamayın.




sevmek için,
dokunmak şart mı?

No comments: