üzerinden aylar geçtiğine inanmam çok zor,
daha dün gibi. gerçekten, "dün" gibi.
istiklal savaşından madalya ile dönüp, torunlarına aynı hatıraları yüz bin kez anlatan dedeler gibi, biz de bu yaşımızda dönüp dönüp aynı parkı ve aynı parkın anılarını konuşuyoruz. bu yaptığımız kopamamak, kopmak istememek değil aslında; sadece unutmak istememek.
tekrar ettikçe unutmazsın, derler ya bir dersi en iyi birine anlatırken öğrenirsin.
ve içinde bulunduğumuz ahval ve şerait içinde, farkındayız ki, en büyük hatamız unutmak olur.
hatırlamak bazı akılların en büyük laneti, bazı durumlarınsa tek çözüm yoludur.
kendini zorla, aklını zorla, yüreğini zorla.
unutma.
devasa bir toz bulutunun içinde yuvarlanıyoruz. hiçbir şey olmuyormuş gibi davrananlarla artık konuşamıyorum. onlarla konuşmadığımın farkında değil ama çoğu, aynı bulutu hala paylaşmıyoruz çünkü. yazı yazamıyorum, aylardır her sabah, aynı saatte, aynı masanın başına geçen ben, yapamıyorum. aklım yok, aklım başka yerlerde. kitap okuyamıyorum, konsantre olamıyorum, dağılıyorum. son zamanlarımın, belki de ta Paris yıllarında başlayan dönemecimin en verimsiz, en bana benzemeyen, en bıkkın aylarını yaşıyorum. bir tek ben değilim böyle elbet, yakınımdaki kime baksam gözlerinde aynı ferin söndüğünü görüyorum.
bize bunu yaşattıkları için bile lanet okumam yetmez mi?
elbet yeter, okuyorum.
kendimi boşluğa bakarken, ve hiçbir şey düşünemezken buluyorum.
bir yandan da düşebildiğimiz kadar düşelim, yarayı açabildiğimiz kadar açalım, kanı akıtabildiğimiz kadar akıtalım istiyorum,
ki bitsin,
çünkü yeter,
çünkü biz bittik diyorum.
ama sorsan, biz kimiz bilmiyorum.
bir insanı kocaman ve bomboş bir odaya koyarsan gider bir duvar kenarına oturur, çok büyük ihtimalle odanın ortasına oturamaz diye bir önerme okumuştum yıllar önce, bir mimarlık kitabıydı sanırım, o zaman bu zaman ara ara aklıma bu cümle gelir.
biz de şu anda kocaman ve bomboş bir odanın içindeki o insanlarız. neredeyiz bilmiyoruz, ne yapmamız gerekitiğini bilmiyoruz, sadece duvarlar var, o duvarlar birbirimizin sırtı, omzu.
sadece birbirmize dayanabiliyoruz.
sırtını bana dayayan, benim de başkasının omuzlarından destek alarak tahammül edebildiğim bu boşluktaki bilmediğim biz, hepimiziz.
herşeyi siktir et diyo içimden bi ses, en iyi bildiğin şey değil mi?
herkesin ödü patlarken senin en rahat yapabildiğin şey değil mi?
ama sonra başka bi ses geliyo kulağıma,
"kendini zorla, aklını zorla, yüreğini zorla.
unutma."
daha dün gibi. gerçekten, "dün" gibi.
istiklal savaşından madalya ile dönüp, torunlarına aynı hatıraları yüz bin kez anlatan dedeler gibi, biz de bu yaşımızda dönüp dönüp aynı parkı ve aynı parkın anılarını konuşuyoruz. bu yaptığımız kopamamak, kopmak istememek değil aslında; sadece unutmak istememek.
tekrar ettikçe unutmazsın, derler ya bir dersi en iyi birine anlatırken öğrenirsin.
ve içinde bulunduğumuz ahval ve şerait içinde, farkındayız ki, en büyük hatamız unutmak olur.
hatırlamak bazı akılların en büyük laneti, bazı durumlarınsa tek çözüm yoludur.
kendini zorla, aklını zorla, yüreğini zorla.
unutma.
devasa bir toz bulutunun içinde yuvarlanıyoruz. hiçbir şey olmuyormuş gibi davrananlarla artık konuşamıyorum. onlarla konuşmadığımın farkında değil ama çoğu, aynı bulutu hala paylaşmıyoruz çünkü. yazı yazamıyorum, aylardır her sabah, aynı saatte, aynı masanın başına geçen ben, yapamıyorum. aklım yok, aklım başka yerlerde. kitap okuyamıyorum, konsantre olamıyorum, dağılıyorum. son zamanlarımın, belki de ta Paris yıllarında başlayan dönemecimin en verimsiz, en bana benzemeyen, en bıkkın aylarını yaşıyorum. bir tek ben değilim böyle elbet, yakınımdaki kime baksam gözlerinde aynı ferin söndüğünü görüyorum.
bize bunu yaşattıkları için bile lanet okumam yetmez mi?
elbet yeter, okuyorum.
kendimi boşluğa bakarken, ve hiçbir şey düşünemezken buluyorum.
bir yandan da düşebildiğimiz kadar düşelim, yarayı açabildiğimiz kadar açalım, kanı akıtabildiğimiz kadar akıtalım istiyorum,
ki bitsin,
çünkü yeter,
çünkü biz bittik diyorum.
ama sorsan, biz kimiz bilmiyorum.
bir insanı kocaman ve bomboş bir odaya koyarsan gider bir duvar kenarına oturur, çok büyük ihtimalle odanın ortasına oturamaz diye bir önerme okumuştum yıllar önce, bir mimarlık kitabıydı sanırım, o zaman bu zaman ara ara aklıma bu cümle gelir.
biz de şu anda kocaman ve bomboş bir odanın içindeki o insanlarız. neredeyiz bilmiyoruz, ne yapmamız gerekitiğini bilmiyoruz, sadece duvarlar var, o duvarlar birbirimizin sırtı, omzu.
sadece birbirmize dayanabiliyoruz.
sırtını bana dayayan, benim de başkasının omuzlarından destek alarak tahammül edebildiğim bu boşluktaki bilmediğim biz, hepimiziz.
herşeyi siktir et diyo içimden bi ses, en iyi bildiğin şey değil mi?
herkesin ödü patlarken senin en rahat yapabildiğin şey değil mi?
ama sonra başka bi ses geliyo kulağıma,
"kendini zorla, aklını zorla, yüreğini zorla.
unutma."
No comments:
Post a Comment