Wednesday, September 9, 2015

avlu






biz, gözleri ufka bakan geniş bir avluda doğduk. yan yanaydık, kalabalıktık. birbirimizden çok farklı, ama aslında aynıydık. aynı avluda koşarak büyüdük, düştük, kalktık. hem hayatı hem birbirimizi tanıdık. ayağımızın altındaki taşlar serindi, bir yerlerden hep usul usul bir rüzgar eserdi. özgürdük, güçlüydük, aklımız umutlarımızda, gözümüzün bir ucu hep ufuktaydı. rüzgar estikçe bizim kanatlarımız açılır, saçlarımız uçuşurdu. çabasızca vardık, çabasızca birbirimizin varlığını tanıdık. her gün güneşle birlikte doğduk, her akşam onlarca yeni ay, bir o kadar dolunay tanıdık.
tepeden tırnağa yaşıyorduk, buna alışıktık.

rüzgarın her zamanki gibi esmediğini farkettiğimiz gün, olan bitenin farkına vardık. doğru, farketmekte geç kalmıştık. biz, serin taşlara uzanmış dolunayı izlerken, onlar etrafımızı pencerelerle kapatmıştı. o an korkuyla farkettik; ne kanatlarımızı açacağımız gökyüzümüz, ne canımızı ısıtan güneşimiz, ne yüzümüze esen rüzgarımız kalmıştı. üzerine doğduğumuz avlumuzu arkamızdaki o hiç tanımadığımız eve katmışlardı. dayanamıyorlardı çünkü orada olmamıza. dayanamıyorlardı çünkü, ne kanatlarımıza, ne rüzgarımıza.

istemedik içeri girmek. rüzgardan kopmak, kanatlarımızı sindirmek.
ama çok geçti. bizim içeri girmemize gerek kalmadan, ev bizi içine çekti.

sıcaktı, çok sıcaktı. avludaki güneşin bizi ısıttığı gibi bir sıcak da değildi bu; boğucuydu, çok ağırdı. biz boğuluyorduk ama, içeridekiler alışıktı. onlar bu sıcağa doğmuşlar, hayatlarında insanın yüzüne esen o rüzgarla hiç tanışmamışlardı. evin içinde, içeridekilerin alışık olmadığı tek şey bizdik. üzerimizde hala avlunun serinliğiyle yanlarına gittiğimizde, yüzlerindeki ifade nefretle acımanın karışımıydı. sevmiyorlardı bizi, tanımıyorlardı bizi. biz onlara, onlar bize,  hepimiz birbirimize yabancıydık. zaman geçti, sıcağa alışıp onlarla arkadaş olanlarımız oldu. biz, kim bilir ne kadar uzun süre, kapının eşiğinde öylece kalakaldık. ömründe hiç dolunayın altında uyumamış olanlar alışıktı bu 4 yanı kapalı hallere; bize bastı odalar. yıllar yılı bastılar. tavanlar gitgide alçaldı, odalar gitgide küçüldü. duvarlar daraldıkça, bizim içimiz sıkıştı.

hala doğduğumuz avluda, ama artık bambaşka bir yerdeydik.
avlunun gözleri hala ufka bakıyordu da, bize pencerelerin arkasından o ufkun ne kadarı düştü,
işte güzel arkadaşım, onu hiçbir zaman bilemedik.


***
dün akşam vapurda aklımdan geçenler bunlar, kulağımda çalanlar bunlardı.


No comments: