Andiamo in Italia!
Thursday, June 23, 2011
Tuesday, June 21, 2011
17
dalmıs gitmisken, onumde 3 bilgisayar, 5 kitap sayfası acıkken,
hayatımda en son 2002 yazında gordugum eski bir universite arkadası,
hem de dunyanın ta obur ucundan,
bir sarkı koyuveriyor karsımda acik internet sitesine.
o kızı gormeyeli 10 sene olmussa, bu sarkıyı duymayalı rahat bir 15 sene olmus.
ne garip..
tam da bi isaret, bi parıltı, bi melegin kanadının cirpisini gormek isterken..
ne garip.
dinledim, mutlu oldum..
tam da buydu istedigim.
mutlu oldum.
Gece , sen karanlık bir bilmece
Görmeden sevdim dudaklarını
Bakışmadan bakıştık
Siyah beyaz seviştik üstelik
Ay tutulmuş üstüme
Bulut bir yandan
Yağmurda sırılsıklam
Hem de nasıl
Yıldızlardan fal tuttum
Unuttum desem yalan
Yalan desem aynada
Hem de nasıl
Nasıl ki uykular beni uyumaz
Su kandırmaz uyandırmaz
Nasıl ki tenimde yangın çıkar
Kimse bilmez
Karşı damda bir kedi
Üstelik... yaşım 17
Hem de nasıl..
Monday, June 20, 2011
"les nuits n'importe ou"
Saturday, June 18, 2011
Sadede gelebilirim...
yanyana 4 masa, 4 masada da sadece kadın var.
20lerinde, 30larında, 40larında, sadece kadınlar.
bizde dahiliz o kadınlara, 20lerinde olanlar klasmanından.
yemek yiyoruz. yerken, yıllaar yıllar once, bi asagı sokakta oturup da konustuklarımızı hatırlıyoruz. sora simdiki bize donup bakıyoruz. hayat cok korkunc! diyoruz. cesaret lazım diyoruz. kime sorsan mutsuz oldugu seyleri sıralar durur, ama degistirmek icin bisey yapmadıgı surece ben onun mutsuzlugunu ciddiye almam diyoruz.
sarap, spaghetti, salata, hepsi bitiyo.
dısarda oturalim diyoruz, dısarı cıkıyoruz.
yalın'ın sarkısından acılıyo laf, telefondan youtube acıp bi kulak sende bi kulak bende, al bi kerede sen dinle yapıp, onumuzde tatlılar, sarkı dinliyoruz. arkadan kamyonlar geciyo, sozlerini duymuyoruz, olsun, dinliyoruz.
simdi ne icicez? diyoruz, haftanın 55inci mojito'sundan son dakika u dönüp sangriaya karar veriyoruz. hastaneler, sorumluluklar, işler, güçler, güç işler derken, abi atiye diye bi kız var, onun da budur diye bi sarkısı var! lafı uzerine, bi anda youtube'a atlayıp tekrar, bu sefer de atiye dinliyoruz. oturdugumuz yerden atiye'nin dansını yapmaya calısıyoruz, yapamıyoruz.
zaman ne zaman geciyo, saat ne zaman bu saat oluyo, anlamıyoruz.
"yavas yavas delirdim, kimse farketmedi" lafına, durup durup, surekli guluyoruz.
.
.
.
sadede gelemedim di mi?
.
sudur ki diyecegim, o masalarda oturan, 2o'lerinde, 30'larında, 40'larında olan kadınlar, bazen sandıgınız gibi hayatlarında baska hicbisey olmadıgı icin, yalnız oldukları icin, dertli oldukları icin, koca aradıkları veya kocalarından sıkıldıkları icin takılmıyolar birlikte. o masalarda oturan kadınlar o masada en katıksız, en kasıntısız ve en tasasız halleriyle olabildikleri icin, karsılarındaki kadınlar onu boyle anlayabildigi ve sevdigi icin, ve herkesin buna bazen cok ihtiyacı oldugu icin birlikteler.
"sen ne zaman sıkıntıda olsan, bloguna lise zamanlarıyla ilgili bisi yazıyosun, ben anlamıstım zaten..."
ben anlamamıstım bunu mesela... ama işte, anlatabildim mi?
Friday, June 10, 2011
Pick
Wednesday, June 8, 2011
The 10 principles of Dieter Rams
Good design is innovative.
Good design makes a product useful.
Good design is aesthetic.
Good design helps a product to be understood.
Good design is unobtrusive.
Good design is honest.
Good design is durable.
Good design is consistent to the last detail.
Good design is environmentally friendly.
Good design is as little design as possible.
Saturday, June 4, 2011
suffer in silence.
sol bastan:aysenaz,Costa,ipek,soley,dodo,sera
en ön değil, onun bi arkasındaki sırada gökçeyle ben.
ben defterin kenarına ıvır zıvır bişiler yazıp duruyorum, gökçe dünyanın en ufak harfleriyle not alıyo. aslında genele bakınca, en ciddi ikili biziz ortamda.
Costa tiz sesiyle birşeyler anlatıyo, Marco Aurelio'lar, Carlo Magno'lar.
henüz farkında değilim, italyanların dünyada herkese italyanca bi isim verdiğinin, Carlo Magno'nun Charles Magne'la aynı kişi olduğunun.
arka sıramda Dodo'yla Ipek.
Ipek altınbaşak yiyo, zira o zamanlar zayıflamak istiosan bildimiz sey dukan dieti filan diil, direk altınbaşak+ayran kombinasyonu; kantin style. Dodo dinler gibi yapıp dinlemiyo, bakar gibi yapıp görmüyo. sıranın altından test çözüyo belki. herkesin kafasında universite denince bir ampul yanıyo da, herkes bambaşka yöntemlerle kapağı atmaya çalışıyo.
onların da arkasında ayşenaz oturuyo, sanırım fal bakıyo. olmuş dördüncü sıra, Costa ayağa kalksa bile göremez onun sırasının üstünü, açmış kağıtları, uzun uzun bakıyo önüne. arada bir şakırdıyo kağıtlar, Costa'nın tiz sesinin içinde kayboluyo ses.
sora bi ara gökçe dürtüverio beni dirsegiyle, bakıorum bisi yazmıs bana, kimbilir ne sacma bisi, kimbililr ne. baslıyorum gulmeye. benim zaten italyan ortaokulu / lisesi catısı altındaki 8 senem sadece gülerek geciyo. gülüyorum, tutamıyorum kendimi. ses cıkmasın diye, - hala yaptıgım gibi- burnumu kapatıorum elimle, gülmem icimde kalsın diye. gökçe gülüyo, ben gülüyorum, alnımı dayıyorum sonunda sıraya, gorunmesin eblek gibi yuzum diye. arkadan dodo durtuyo, noluyo kizim diyo, gokce bu sefer yazdıgı notu onlara yolluyo, tabi ki onlar da baslıyo gülmeye. o yaslarda, o sıralarda, o zamanlarda, gülmek bulasıcı.
4 kişinin omuzları aynı anda gulmekten sarsılmaya, sesler hafiften yükselmeye, hareketler kontrolsüzleşmeye baslayınca, dikkati cekiveriyoruz ustumuze ;
"eehiiii, bimbee! soley! balkan!"
dönüyoruz önümüze, yüzümüzde hala salak bi ifade, gokce yokediyo notu ortadan.
benim elim hala denize atlicakmısım gibi burnumu tıkamakla mesgul. durmuyo ki gülmek denen meret bende. gözlerimden yaş geliyo kendimi tutmaktan. gökçe'ye bakıorum, kıpkırmızı olmus kendini kasmaktan, hic bakmasam daha iyi.
bakıyo ki sakinleşemedik hala, Costa çınlatıveriyo tekrar kulakları;
"Ehi bimbe! Soffrite in silenzio!"
*
*
*
itayan lisesi'nden bi kare çiz desen, bunu çizerim.
bi cumle sole desen, bunu soylerim.
ne ogrendin desen, bunu derim.
*
*
*
"soffrire in silenzio. "
Friday, June 3, 2011
48
"bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır," dedi.
"ister gökyüzünde seyret, ister gözlerimde :"
"körler onları görmese de, yıldızlar vardır," dedi...
NHR
Thursday, June 2, 2011
VT
teşvikiye'yle valikonağı caddesinin kesiştiği, hem ışıkların olduğu, hem kaldırımın daraldığı, o hep bi kalabalık, o hep bi ağırlaştıran, o benim hışık hızındaki adımlarımı bile yavaşlatan, tam o köşede.
yürüyorum, kalabalıkta, kalabalıkla.
görüyorum; yıllardır orda, o hengamenin ortasında kucağındaki kutusundan sakız ve mendil satan amca, yine ayakta, gözleri görmemesine rağmen, bir adım sonrasında olan biteni farkedememesine rağmen, yine ayakta, yine kutusu kucağında.
acıyorum ya ben hep, herşeye, durduramıyorum ya bu hissi, içim buruşuyo yine onu görünce, "neyerneiçerailesivarmıdırnerdeyaşar" temalı sorular dönüyo beynimde.
bir sonraki adımımda, henüz geçememişken karşı kaldırıma, peri gibi bir kız geçiveriyo yanımdan, herkesin güzelliği kadar sempatikliğini övdüğü, gözlerinin içi gülen kızlardan; hani o dans yarışmasında birinci olup herkesi kendine hayran bırakan. bu kez ben, acımanın ağırlığından çıkarıp, onun zarafetinin hafifliğine dikiyorum gözlerimi.
tüm bunlar birkaç saniye içinde olup bitmiş, ben etrafımda olanlarla hissettiklerim arasında hızı orantılayamamışken, üçüncü sahneye şahit oluyorum, aniden. o peri gibi kız, gözleri görmeyen mendilci amcadan mendil alıyo, gülümseyerek, onunla kimbilir neler konuşarak, bir eliyle mendili tutuarken diğer eliyle de omzuna hafif hafif dokunarak..
tam bu sahnede, ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum.
kızın içten gülüşü, amcanın hayatının zorluğu, omuza şefkatle dokunan elin zarafeti, mendili veren elin müteşekkirliği, kalabalığın ortasında bi an için duran hayat ve kör mendilci amcanın belki de hiç bi zaman o gün kimin ona öyle içten bakıp gülümsediğini bilemeyecek olması..
hangisine takılmam gerektiğini bilemiyorum.
hersey olup bitiveriyor hızla.
içime bir huzur gelip çörekleniyor.
yeşil yanıyor yayalara, geçiyorum karşıya.
Subscribe to:
Posts (Atom)