Wednesday, May 25, 2016
Monday, May 23, 2016
LUX
ruhlarımız aydınlık, hep biraz daha aydınlık için savaşacak
ve aydınlığın ne olduğuna arkamızda bıraktığımız bulutlar karar verecek.
aymakta olan gün gözümüzün camının tozunu alacak
ve benzersiz kederlerimiz eriyerek yitecek.
ruhlarımız aydınlık, hep biraz daha aydınlık için yarışacak
ve kazananın kim olacağına sırtımızda taşıdığımız yükler karar verecek.
göğüslerimiz hep daha fazlasını almak için açılacak göğe
ve içimiz doldukça sırtımızın dikişleri kaynayacak.
ruhlarımız aydınlık,
hep biraz daha aydınlık için savaşacak.
Tuesday, May 17, 2016
MVÖ
ne oldu, karıştı her şey.
korktum, sözüm bir adım geride.
şimdi duyuyor musun,
her şey ama her şey geçer.
sakinsin, biraz derdin var.
kendi kendine dünyayı ters çevirmişsin,
bir şey biliyor musun,
ben doğduğumdan beri,
hep böyleyim.
mvö'nin beni bana kendi kelimelerimle anlatması hiç bitmeyecek galiba.
Monday, May 16, 2016
BK
"birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız
kim karar verebilir birbirine dokunan taş ve su hakkında,
kimin kimi ayakta tuttuğuna, ve günün
aslında kumdan, tuzdan ve ışıktan oluşmadığına?
boşlukları doldurduğumuzda belirecek hayatın anlamı,
taşı ve suyu doğru yorumladığımızda,
bir yarı öbür yarıyı anlayacak; olgunluk
bize yaban meyvesi gibidir, gevşek ağızlarımıza dokunan zehir!
kim sana verdiklerimi, senden aldıklarımı çözebilir?
birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız,
hayalleri dik tutmak gerekir."
B.K.
Wednesday, May 11, 2016
75006
biliyorum yorgunsun, evine gitmek istiyorsun. işler bitmiyor, sen bitiyorsun. saatine bakıyorsun, akşamüstü olmuş. o dakikadan sonra tek bildiğin yol, evinin yolu. tek istediğin, içine düşeceğin hiçlik. insan ve düşünce kalabalığını iteleyerek varıyorsun evine. soyunuyorsun, giyinmiyorsun da bir daha. kendini yorganın altına yuvarlıyorsun. biliyorum, sabahtan beri bunu bekliyorsun. günün gürültüsü kulaklarının uğultusuna dönüşmüş, düşüncelerin susmuyor, biliyorum uyuyamıyorsun. bazı ışıklar var, sadece akşamüstü gibi. odanın loşunda üşüye üşüye çıkıyorsun yataktan, yan odadaki müziğin düğmesine basıyorsun. bazı şarkılar var, sadece akşamüstü gibi. bir şarkı çalmaya başlıyor, varla yok arası. çalmakla susmak arası. ne dediğini anlamıyor, anlamaya uğraşmıyorsun. beyaz çarşaflar, seni kucağına çağırıyor. bazı kucaklar var, sadece akşamüstü gibi. açık yorganı çıplak bedeninin üzerine kapatıyorsun. biliyorum, hala üşüyorsun. duvarın öte yanında çalan müzik, herşey yolunda diyor, unut şimdi. yaptığın ve yapamadığın, düşündüğün ama söyleyemediğin herşeyi unut. dünya beklesin, sen unut. göz kapakların kapanıyor, nefesini duymaya başlıyorsun. duvarın öte yanındaki gitar, seni bütün günden koparmaya and içmiş, nezaketle çalıyor. bazı insanlar var, sadece akşamüstü gibi. aklına biri geliyor, aklına sözler geliyor, aklına hayaller, aklına yapılacaklar geliyor. yapma diyor aklın, yığma bunları üzerime. hepsi çok ağır. yorgunum ben de. hadi düşünme. biliyorum, sen de yorgunsun.
biliyorum, bu hayatta sen de en çok akşamüstlerini seviyorsun.
Sunday, May 8, 2016
Thursday, May 5, 2016
I Tima
gelemedi yaz, gelemedi.
biz bir anlamsız grinin, serinin ortasına yaslandık.
yürüdük allah yürüdük, gel gör yine bir yere varamadık.
kalakaldık.
öylece uzun bir yol, tohumu bellisiz birkaç yeşil, yön bilmez bir rüzgar
biz bir renksiz boşluğun orasında, ciğerimizin serini gözümüzün yaşında,
kaldık.
az evvel konuştum içimden, sen gideli beri neler oldu burada.
yıl geçti, yıllar geçti. gölgeler uzadı, birkaç tohum anca yeşerdi; sen gideli beri.
rüzgarlar hep bir sarsak; yollar yürümekle biter mi, elbet bitmedi.
biz yine bu anlamsız grinin, serinin ortasında, olduğumuzu olamadığımızla yontmaya teşne,
kaldık.
heyhat, burada yaptığımız her şey yalan. söylediğimiz her kelime birer misina ucunda tepemize asılı.
sen gittin imi timi bellisiz memed, biz kökü bellisiz servilerin ortasında,
kaldık.
gelmedi yaz, gelemedi.
istediğimden değil, alışkanlıktan.
zaten bizi bu güzel havalar değil, hep alışkanlıklar mahvetti.
Monday, May 2, 2016
kuş
kimvurduya gitti aşkımız, faili meçhul değilse nefs-i müdafadır.
ellerimizdeki kelepçenin anahtarı sende
kavgamızın tek seyircisi bu şehir
tutunduğumuz tek dal içimizdeki isyandır.
söyle sevgilim sen söyle
akan kanımızın hesabını kime soracağız?
kim toplayacak gözyaşlarımızı
kim koyacak sevgiyi içimize?
gittik gittik gittik
acılara gittik
keşkelere gittik
ben sana sen bana gittik
sonra öğrendik ki dünya yuvarlak; kaldık.
sen bağıra bağıra ağlardın, ben susardım
sen duvarları yumruklardın, duvarlarında ellerinin izleri kan içinde
ben içime içime oyardım kendimi
sen çimenlere yatıp uyuyakalırdın
ben banklara tünemiş uykusuz
sen ot içerdin, duman kusardın geceye.
ben tek sigaralık ciğerimle öksürüklerde
sen aşka inanmazdın, sen inanmazdın
ben maviye inanırdım.
boynumdaki yorgun damarların mavisine
beyaz dalgaları omuzlayan deniz mavisine
benizin bittiği yerde bağlayan göğün mavisine inanırdım
bi de ensemdeki dövmeye inanırdım.
tersini iddia edecek mecalimiz yok artık; hayatın düzenini, döngüsünü, bir yaşatıp bir ders verme algoritmasını hiçbirimiz hiçbir zaman anlayamayacağız. neden hiçbir şey zamanı olmadan gelmez, neden tam gözünün önünde saklanır da kendini göstermez, biz aciz insanoğlu parçacıkları bunu asla anlamlandıramayacağız. sayfalar doldurdum, üst üste, yıllarca, yığınlarca sayfa. sonra bir gün baktım, yıllar önce bir kadın anlattığım ve anlatamadığım ne varsa 26 satıra sığdırmış. bu da ömrümce önümde durmuş da, yeni karşıma çıkmış. çünkü şimdi çıkması lazımmış. çünkü aslında bütün akıllar yukarıda aynı yere bakarmış. çünkü aslında uzak yok, zaman da yalanmış.
hayat bir kaybetmeler, ucundan yakalamalar, elinden kaçırmalar, sarılıp bırakamamalar silsilseysiyken, aslında tek yapabileceğin kuşun ölümüne üzülmek değil, onun uçuşunu hatırlamakmış.
ellerimizdeki kelepçenin anahtarı sende
kavgamızın tek seyircisi bu şehir
tutunduğumuz tek dal içimizdeki isyandır.
söyle sevgilim sen söyle
akan kanımızın hesabını kime soracağız?
kim toplayacak gözyaşlarımızı
kim koyacak sevgiyi içimize?
gittik gittik gittik
acılara gittik
keşkelere gittik
ben sana sen bana gittik
sonra öğrendik ki dünya yuvarlak; kaldık.
sen bağıra bağıra ağlardın, ben susardım
sen duvarları yumruklardın, duvarlarında ellerinin izleri kan içinde
ben içime içime oyardım kendimi
sen çimenlere yatıp uyuyakalırdın
ben banklara tünemiş uykusuz
sen ot içerdin, duman kusardın geceye.
ben tek sigaralık ciğerimle öksürüklerde
sen aşka inanmazdın, sen inanmazdın
ben maviye inanırdım.
boynumdaki yorgun damarların mavisine
beyaz dalgaları omuzlayan deniz mavisine
benizin bittiği yerde bağlayan göğün mavisine inanırdım
bi de ensemdeki dövmeye inanırdım.
tersini iddia edecek mecalimiz yok artık; hayatın düzenini, döngüsünü, bir yaşatıp bir ders verme algoritmasını hiçbirimiz hiçbir zaman anlayamayacağız. neden hiçbir şey zamanı olmadan gelmez, neden tam gözünün önünde saklanır da kendini göstermez, biz aciz insanoğlu parçacıkları bunu asla anlamlandıramayacağız. sayfalar doldurdum, üst üste, yıllarca, yığınlarca sayfa. sonra bir gün baktım, yıllar önce bir kadın anlattığım ve anlatamadığım ne varsa 26 satıra sığdırmış. bu da ömrümce önümde durmuş da, yeni karşıma çıkmış. çünkü şimdi çıkması lazımmış. çünkü aslında bütün akıllar yukarıda aynı yere bakarmış. çünkü aslında uzak yok, zaman da yalanmış.
hayat bir kaybetmeler, ucundan yakalamalar, elinden kaçırmalar, sarılıp bırakamamalar silsilseysiyken, aslında tek yapabileceğin kuşun ölümüne üzülmek değil, onun uçuşunu hatırlamakmış.
Subscribe to:
Posts (Atom)