Tuesday, March 13, 2007

ayinesi iştir kişinin, laf bakılmaz.

sabahları hep aynı yerde, ayni insan sürüsünü görüyorum. maslak'ta, kocaman bi otobüsten inen belki yüz kişi, sırayla üst geçide doğru yürüyo, merdivenleri çıkıyo, geçitten geçip karşı kaldırıma ulaşıp yüksek binalardaki ofislerine gidiyolar. bunların hepsini sırayla, ağır ağır, hayatlarının en büyük mecburiyeti olarak yapıyolar. kaçı o sırada gerçekten orada olmak istiyo, kaçı gereçekten oraya gitmek istiyo, kaçı her sabah oradan geçerken bi gün kaçıp gitmenin hayalini kuruyo, ben bu insanları gördükçe her sabah bunu düşünüyorum.

uzun zamandır aslında şunu da düşünüyorum ben, bu dünyanın biraz daha fazla kuru gürültüye, boş lafa ihtiyacı yok. hiç birşey yapmadan, sadece varolanı eleştirmek, kendi hayatında henüz kalıcı, yapıcı, faydalı tek bir şey yaratmadan, iyi yada kötü her yapılanda bir kusur bulmak, hoşnutsuzluk duymak, yapılan en büyük saygısızlık varolana. benim savunduğum şu; ya çok büyük işler yapıcaksın hayatta, kelimenin tam anlamıyla yeri yerinden oynatacak, dengeleri değiştirecek, varolanla savaşıcaksın. bi gün çekip gittiğinde izin kalacak, dostun kadar düşmanın da olacak, ama hepsi seni yaptıklarınla hatırlayacak, sıradanlığınla değil. tarih kitapları yazmasa da, üç nesil sonra da hatırlanacaksın.
veya, eğer bunu yapacak gücün yoksa, susucaksın. yaptığın kadar konuşup gerisine karışmayacaksın. ve bunu yaparken de, sadece ve sadece kendi mutluluğun için
yaşayacaksın. derdini de sıkıntını da küçük yaşayacaksın, madem gücüm bu hayata karşı, keyfime bakarım ben de diyeceksin, diyebildiğin kadar, hayat izin verdiği kadar. yani bunu seçersen eğer, hayatı da cok ciddiye almayacaksın, sadece alanlara saygı duyacaksın.

hayatta sana hiç bi fayda sağlamicak şirketlerde koyun gibi çalışmak, belki de cok insan için mecburiyet. ama gittiğin gün, tek bir gazete ilanıyla senden on tane daha bulabilecek olmalarını bilmek, acı. bunu bilerek yaşamak eziyet. o yüzden tek olmak lazım, gazete ilanıyla bulunamayacak biri olmak, gittin mi, yeri doldurulmayacak biri olmak. çok küçük detaylara takılıp yaşarken biz, aslında görmüyoruz, tüm olup bitenlerin ortasında ne kdar ufağız, ne kadar önemsiz dertlerimiz. işte bu yüzden diyorum, gerek yok kuru gürültüyle uzayı daha da kirletmeye. sus. bak dünyada neler olup bitiyo. bide düşün bu sabah aklından geçenleri. ufacık hissetmez misin kendini?

ben şu anda mutluluğuma bakıyorum, çünkü hissettiğim, henüz yeri yerinden oynatma zamanı gelmedi. aynı zamanda da bu fikirlerime uymaya çalışıyorum, olduğum kadar yaşayıp, olduğum kadar konuşuyorum. dört sene siyaset okumuş biri olarak, bu ülkede, bu kadar çabuk apolitize olmama şaşkınlıkla ama hem de mutlulukla bakıyorum. çünkü ilgilenmiyorum, 'aman o olmasın da hangisi olursa olsun' demiyorum, hepsinden uzak durup, oy da vermiyorum. bunun ülkeni sevmekle falan uzaktan yakından alakası olmadığını biliyorum, bu kadar ucuz laflara kananları da sevmiyorum.

kimin ne düşündüğünü bilmiyorum ama, ben bu aralar bunları düşünüyorum.

2 comments:

Anonymous said...

egecim super yazmışsın...hergun düşünüp de dile getiremediğim herşeyi bir bir anlatmışsın...bayıldım blog una...

nazlı

sinem akay said...

kızım sırf sana comment yapmak ıcın bende blog lu oldum artık ....:)

e sıracomment ımda tabı :)

HASTASIN KIZIM SEN ,hasta :)

ama gene de lav u :)