Tuesday, September 11, 2012

QT?

karşısına bir fotoğraf çıkıverdi, günlerin birinde.
üç kişi vardı fotoğrafta, yanyana, bir kapının önünde yere oturmuş üç kişi.

düşündü, fotoğrafın çekildiği gün, hiçbirini tanımıyordu o insanların.
o evin neresi olduğunu, o kapının nereye açılıp nereye kapandığını bilmiyordu.
tamamen yabancı, tamamen başkasıydı onlar o zaman.

sonra zaman geçti. arada bi yağmur yağdı, ara bi güneş açtı, arada bi rüzgar esti.
insanları sağdan sola, doğudan batıya sürükleyen rüzgarlar esti.
sözler verildi, sözler tutuldu, sözler yutuldu, sözler unutuldu.
yüzler geldi, yüzler geçti.

***
düşünürken buldu kendini, günlerin birinde.
tanıyordu artık hem o üç kişiyi. o kapıyı ve o kapının olduğu evi.

biriyle, az zaman ama çok kelime paylaşmışlardı. en son onu tanımıştı bu üç kişi içinde, ama rüzgarlar çoğunlukla aynı yöne, aynı insanlara doğru esti ikisi içinde. hep aynı masalarda buldular birbirlerini, hep aynı müziğin altında, hep aynı kışın soğuğunda. bir kış geçti; bir kışta çok akşam geçti. geçen akşamlar çoğunlukla gürültülü geçti. kış bitti, yaz geldi. kış biterken ve herkesten birşeyler götürürken, onun yanına birini getirdi. kim derdiki , o fotoğraftaki o, aslında, gerçek arkadaş olmaya çok yakındı.

biriyle az zaman ve az kelime paylaşmışlardı. çok uzun bir dönemin içinde çok az zaman ve çok az cümle. aslında hep başkalarıyla bölüşülen zamanların içinde karşılaşmış, başkalarının konuşmalarına cümleler eklemişlerdi. ama sonra bir gün, hiç beklenmeyen bir yerde, hiç beklenmeyen konular açmışlardı. sadece ikisi, hiç kimsenin kurmasına gerek kalmadan, kendi cümlelerini kurmuşlardı, ilk kez. zaman hızlı geçmiş, ama kelimeler tükenmemişti. sanki bunca zaman bölük pörçük anlatılan, konuşulan, başı sonu olmayan herşey tamamlanmış, konuşulmuş, anlaşılmış, tamamlanmıştı.
masadan kalktıklarında, sarıldılar, biri diğerini uğurlarken, giden kalana 'ne kadar iyi oldu seninle konuşmak' dedi. beklenmediklerin aslında bazen beklenmeye değer olduklarını farkettiler. kim derdi ki, o fotoğraftaki o, artık gerçekten konuşan biriydi.


biriyle, cok zaman ve çok kelime paylaşmışlardı. en çok şeyi onunla paylaşmıştı ya, ikisi de kendilerini paylaşmayı sevmezdi aslında. kendilerini birbirlerine sorar, cevaplarıyla ilgilenmezlerdi sonra. günler geceleri kovaladı; günler hep ağır, geceler hep çok hızlıydı. günler hep çok sessiz, geceler hep çok gürültülüydü. ve günler hep çok ağırbaşlı, geceler hep çok sarhoştu. 'başka bir hayat mümkünmüş' dedi biri diğerine, 'aslında hayat hep aynı hayat, istesek de başkası olamıyor' diye cevap vermişti diğeri birine. biri için umut, diğeri için umutsuzluk kaçınılmazdı; biri için gelecek ve yapılacaklar vardı, diğeri için gidecek ve kaybedilecekler. varolan bişeyler vardı evet, ama varlığına inanmak istemedikten sonra hiçbirşey fazla ayaka kalamazdı. o yaz fırtınalı geçmişti. fırtına üç ay sürdü, tozu dumana kattı. sonra sonbahar geldi, hava duruldu. kumlar dibe çöktü, rüzgar söndü. çok söz kaldı söylenmeyen, ve paylaşılanlar hep  karanlık köşelere saklandı. kim derdi ki, o fotoğraftaki o, tüm kibirine rağmen, aslında  liğme liğme kırılgandı. 

o kapıyı çok açıp kapattı sonraları. 
çoğunlukla gece, çoğunlukla sıcak, çoğunlukla hayal meyal.
ve o evin önünden çok geçti sonraları,
kiminde girdi, kiminde durdu, kiminde baktı, geçti.

fotoğrafın çekildiği gün tanımadığı ev,
bugün yine tanımadığı birilerinin.


zaman geçti. arada bi yağmur yağdı, ara bi güneş açtı, arada bi rüzgar esti.
insanları sağdan sola, doğudan batıya sürükleyen rüzgarlar esti.
sözler verildi, sözler tutuldu, sözler yutuldu, sözler unutuldu.
yüzler geldi, yüzler geçti.

o evden, o üç kişi, geldi, geçti.










"yıllar önceydi, çok da güzeldi, şimdi düşününce.."








No comments: